One Radical Planet

🔒
❌ About FreshRSS
There are new available articles, click to refresh the page.
Before yesterdayYour RSS feeds

İzzet İzcan: Geçitkale Havaalanının askeri havaalanına dönüştürülmesi tehlikeli ve kabul edilmezdir

By birlesikkibrispartisi

Birleşik Kıbrıs Partisi Genel Başkanı İzzet İzcan,KKTC hükümeti ile TC hükümeti arasında, Geçitkale Havaalanının tahsisi ve kullanım hakkının Türk Silahlı Kuvvetlerine verilmesine ilişkin protokolün mecliste onaylanmasının, tehlikeli ve kabul edilemez olduğunu vurguladı.
“ Geçitkale Havaalanının kısa bir süre içerisinde, savaş uçaklarının konuşlanacağı askeri bir üsse dönüşeceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın “ diyen İzzet İzcan, “ Bölge, sivillerin hayatını tehlikeye atacak askeri bir hedef haline dönüşecektir “ dedi.
Askeri Havaalanının geliştirilmesi adına bölge sakinlerinin arazilerine el konulmasının kaçınılmaz olacağını dile getiren İzzet İzcan, yurdumuzun barış adası olması için mücadele eden kesimleri, Kıbrıs adasının barut fıçısına dönüştürülmesine karşı çıkmaya çağırdı.
“ Mağusa’ya deniz üssü, Larnaka, Limasol ve Bafa yeni askeri üsler ve İngiliz Dikelya ve Ağrotur üsleri ile Kıbrıs batmayan uçak gemisine dönüştürülmüştür “ diyen BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, “ Kıbrıs halkının esas düşmanı bu emperyalist üstlerin sahipleridir “ dedi.
Kıbrıs’ın, Kıbrıs halkının ortak vatanı olduğunu belirten İzzet İzcan, ortak vatana silahlanarak değil, birlikte mücadele ederek ulaşılacağını vurguladı.

İzzet İzcan: Vicdan-i ret temel bir insan hakkıdır

By birlesikkibrispartisi

BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, vicdan-i reddin temel bir insan hakkı olduğunu, insanları yargılayarak hapse göndermekle sorunun çözülemeyeceğini belirtti.
Mustafa Hürben isimli yurttaşın, vicdan-i reddini açıkladığı için Askeri Mahkemede yargılanmasının çağ dışı bir anlayışın ürünü olduğunu dile getiren İzzet İzcan, bu konuda gerekli yasal düzenlemenin yapılmasını engelleyen
UBP-DP-YDP hükümetinin yaşanacak olanlardan sorumlu olacağını belirtti.
Mecliste gerçekleşen oylamada vicdani reddin yasallaşmasını engelleyen
UBP-DP-YDP hükümet ortakları, bunu “ Ülkede ateşkes koşulları var “ gerekçesine dayandırarak “ Çağdışı bir anlayışı savunmuşlardır “ diyen BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, “ Para karşılığı bedelli askerlik adı altında bir takım kesimler askerlikten muaf tutulurken, ülkede ateşkes koşulları yokmudur ? “ diye sordu.
“ Mustafa Hürbeni vicdan-i ret hakkı talep etti diye hapse gönderecek devlet, çağdışı kalmış ceberrut bir anlayıştadır “ diyen İzzet İzcan, BKP’nin Mustafa Hürben ve vicdani ret hakkını savunmaya devam edeceğini vurguladı.

Argasdi’nin 72. Sayısı “Sol Mücadele” Dosya Konusu ile Çıktı

By Sezgin Keser
Argasdi’nin 72. Sayısı “Sol Mücadele” Dosya Konusu ile Çıktı Yirmi yıldan bu yana Baraka Kültür Merkezi yazar ve çizerleri tarafından hazırlanan kültür-sanat-politika dergisi Argasdi’nin 72. sayısı çıktı. Üç ayda bir...

The Left must denounce the hydrocarbons alliance of the Republic of Cyprus with Israel

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
(στα ελληνικά πιο κάτω) The East Mediterranean hydrocarbons are at the core of the Republic of Cyprus’s support for Israel in the unfolding genocide of the Palestinians. The Cypriot left must denounce the alliance between the Republic of Cyprus and Israel, in support of both the Palestinians and the fight against climate catastrophe. Petroleum has … Συνεχίστε να διαβάζετε The Left must denounce the hydrocarbons alliance of the Republic of Cyprus with Israel.
  • January 10th 2024 at 13:52

ΓΙΑ ΤΟΝ ALAN TURING, ΠΟΛΛΕΣ ΑΛΛΕΣ ΧΙΛΙΑΔΕΣ ΑΝΘΡΩΠΩΝ ΚΑΙ ΤΑ CyprusNews.eu & ΑΝΤ1

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
Ας μη κατηγορούμε όμως δυσάρεστους τύπους σαν τον Οικονομόπουλο και τον «υπερασπιστή των μικρών παιδιών» - αυτοί είναι σύμπτωμα, δεν είναι οι υπεύθυνοι για την συνέχιση αυτής της τεράστιας ανθρώπινης τραγωδίας.  Οι υπεύθυνοι συμπεριλαμβάνουν τους συντάκτες των CyprusNews.eu και του ΑΝΤ1
  • January 8th 2024 at 11:39

Πετρέλαιο και αίμα στην Μέση Ανατολή και την Παλαιστίνη

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
Δυο λόγια και μια μετάφραση Το σκάκι είναι ένα από τα δυσκολότερα παιχνίδια. Εδώ και πολλά χρόνια οι καλύτεροι παίκτες αντιμετώπιζαν ο ένας τον άλλο, και στη συνέχεια τους ισχυρότερους ηλεκτρονικούς υπολογιστές, δημιουργώντας παιχνίδια απύθμενης πολυπλοκότητας, με πολυσύνθετες και δυσνόητες τακτικές και στρατηγικές, επιδιώκοντας πάντα και την παραπλάνηση του αντιπάλου. Και αυτό, παρόλο που οι … Συνεχίστε να διαβάζετε Πετρέλαιο και αίμα στην Μέση Ανατολή και την Παλαιστίνη.
  • October 25th 2023 at 13:21

O Λέανδρος Φίσερ* σε μια εκτενή και σε βάθος συνέντευξη στην «Ανατροπή» για το Παλαιστινιακό

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
«Επίκεντρο της ισραηλινής γενοκτονικής επίθεσης είναι η Γάζα, όμως ο κίνδυνος ολικής εθνοκάθαρσης υπό το ‘νέφος πολέμου’ είναι ορατός» Έζησα στη Δυτική Όχθη τις αρχές του 2010, ως φοιτητής της αραβικής γλώσσας στο πανεπιστήμιο του Μπιρζέιτ, κοντά στη Ραμάλλα. Πρέπει να πω, ότι τα πράγματα τότε ήταν αρκετά διαφορετικά. Ναι μεν, το Ισραήλ είχε αποκλείσει … Συνεχίστε να διαβάζετε O Λέανδρος Φίσερ* σε μια εκτενή και σε βάθος συνέντευξη στην «Ανατροπή» για το Παλαιστινιακό.
  • October 21st 2023 at 11:17

ΕΝΙΑΙΟ ΑΝΤΙΦΑΣΙΣΤΙΚΟ ΜΕΤΩΠΟ ΤΩΡΑ!

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
Όπως οι δυο προηγούμενες αντιφασιστικές κινητοποιήσεις, είναι κρίσιμο και η επόμενη στην Λευκωσία, την Κυριακή 10/9 και 6:00 μ.μ.,  να είναι όσο πιο μαζική γίνεται. Να μην επιτρέψουμε στους δεξιούς καλοθελητές να την παρουσιάσουν ως συγκέντρωση μιας ακραίας μειοψηφίας. Να μην μπορούν να διανοηθούν οι φασίστες να της επιτεθούν. Δεν πρόκειται να γλυτώσουμε εύκολα από … Συνεχίστε να διαβάζετε ΕΝΙΑΙΟ ΑΝΤΙΦΑΣΙΣΤΙΚΟ ΜΕΤΩΠΟ ΤΩΡΑ!.
  • September 7th 2023 at 22:23

İzzet İzcan: Statükocular, Kıbrıslı Türkleri rehine durumuna düşürmüştür.

By birlesikkibrispartisi

Birleşik Kıbrıs Partisi Genel Başkanı İzzet İzcan, Avukat Akan Kürşat’ın, Kıbrıslı Rumlara ait malların satışına aracılık etmesi ile ilgili olarak İtalya’da tutuklanmasının, Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan insanların güvende olmadığını gözler önüne serdiğini vurguladı.
“ Kuzey Kıbrıs’ta var olan arazilerin %80 nin 1974 öncesi Kıbrıslı Rumlara ait olduğu dikkate alındığında, ciddi bir krizle karşı karşıya olduğumuz görülmektedir “ diyen İzzet İzcan, “ Çözümsüzlük çözümdür “ diyerek halkı kandıranların yaşananlardan sorumlu olduklarını belirtti.
Kapitalist düzenlerde mülkiyet hakkının en temel haklardan biri olduğunu dile getiren BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, bir mülkü asıl sahibinden onaysız alıp satamayacağınız ortada iken, “ Kan döktük aldık bizimdir anlayışı ile hareket eden zihniyet duvara toslamıştır “ dedi.
BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, Türkiye’deki AK Parti iktidarı sakıncalı Kıbrıslı Türkler yaratarak, barış yanlısı kesimlerin Türkiye’ye girişini yasaklarken, Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri de “ Avrupa Tutuklama Müzekkeresi “ çıkartarak, Rum mülkleri ile ilişkisi olan Kıbrıslı Türkleri aranan suçlular durumuna düşürmesinin yegane sorumlusu, statükoyu savunan, çözümü engelleyen, fetihçi zihniyet sahibi, taksimci kesimler olduğunu vurguladı.
“ Kıbrıslı Türkler için tek bir çıkış yolu vardır, o da ülkenin Federal Birleşik Kıbrıs çatısı altında bütünleştirilerek, uluslararası hukuka uygun, erken ve acil çözümdür “ diyen İzzet İzcan, görüşmelerin 2017 yılında Crans Montana’da kaldığı yerden acilen başlatılarak sonuçlandırılması çağrısında bulundu.

İzzet İzcan: BM Genel Sekreteri’nin Maria Angela Holguin’i temsilci olarak ataması, ileriye doğru atılmış olumlu bir adımdır.

By birlesikkibrispartisi

BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, Maria Angela Holguin’nin BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs sorunuyla ilgili temsilci olarak atanmasının, görüşmelerin yeniden başlamasına yönelik atılmış olumlu bir adım olduğunu vurguladı.
BM Genel Sekreterinin Güvenlik Konseyine sunduğu raporda, Kıbrıs’ta son dönemde yaşanan olumsuz gelişmelerden bahsetmekte olduğunu dile getiren İzzet İzcan, bu olumsuzlukları aşmanın yegane yolunun sorunun çözümü yönünde insiyatif almaktan geçtiğini belirtti.
Görüşmelerin 2017 yılında Crans Montana’da kaldığı yerden başlamasının önemine vurgu yapan BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, görüşme zemininin BM Güvenlik Konseyi kararları temelinde ve Guterres önerileri çerçecesinde olması gerektiğini vurguladı.
“ Birleşik Federal Kıbrıs ana hedeftir “ diyen İzzet İzcan, “ Ülkeyi özgürleştirecek olan bu çerçevede atılacak adımlar olacaktır “ dedi.
İki devletli çözüm adı altında, taksimci politikalarla zaman kaybetmenin, Kıbrıs Türk toplumunun menfaat ve çıkarlarına zarar verdiğini dile getiren BKP Genel Başkanı İzzet İzcan, barış yanlısı ilerici güçlerin birlikte mücadele ederek, özgür ve bağımsız Kıbrısa ulaşacaklarını vurguladı.

Η Αριστερά στην εποχή της τερατογένεσης: Πόλεμοι, βία, μαζικές μετακινήσεις και εξεγέρσεις

By nicostrim

 




Ομιλία στην ημερίδα που οργάνωσε το ΑΚΕΛ με θέμα: "Η Αριστερά στη σύγχρονη εποχή, 5 Νοεμβρίου 2023. Δείτε την εδώ

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Η Αριστερά στην εποχή της τερατογένεσης: Πόλεμοι, βία, μαζικές μετακινήσεις και εξεγέρσεις σε ένα χαοτικό κόσμο

Του Νίκου Τριμικλινιώτη

Εμπρός της γης οι κολασμένοι
της πείνας σκλάβοι εμπρός εμπρός
Το δίκιο από τον κρατήρα βγαίνει
σαν βροντή σαν κεραυνός.
Φτάνουν πια της σκλαβιάς τα χρόνια
όλοι εμείς οι ταπεινοί της γης
που ζούσαμε στην καταφρόνια
θα γίνουμε το παν εμείς

Στον αγώνα ενωμένοι
κι ας μη λείψει κανείς
Ω! Να τη, μας προσμένει
στον κόσμο η Διεθνής.

Θεοί, αρχόντοι, βασιλιάδες
με πλάνα λόγια μας γελούν
της γης οι δούλοι κι οι ραγιάδες
μοναχοί τους, θα σωθούν…
Για να λείψουν τα δεσμά μας
για να πάψει πια η σκλαβιά
να νιώσουν πρέπει τη γροθιά μας
και της ψυχής μας τη φωτιά.

Και αν τολμήσουν και αντικρίσουν
της ψυχής μας τους κεραυνούς
θα δούνε τότε αν μπορούνε
πως θα είναι οι σφαίρες μας για αυτούς

 

Η κοινωνική επανάσταση του 19ου αιώνα δεν μπορεί να αντλήσει την ποίησή της από το παρελθόν, αλλά μόνον από το μέλλον. Δεν μπορεί ν' αρχίσει με τον ίδιο τον εαυτό της προτού σβήσει όλες τις προλήψεις σχετικά με το παρελθόν.                                

Οι άνθρωποι δημιουργούν την ίδια τους την ιστορία, τη δημιουργούν όμως όχι όπως τους αρέσει, όχι μέσα σε συνθήκες που οι ίδιοι διαλέγουν, μα μέσα σε συνθήκες που υπάρχουν άμεσα, που είναι δοσμένες και που κληροδοτήθηκαν από το παρελθόν. Η παράδοση όλων των νεκρών γενεών βαραίνει σα βραχνάς στο μυαλό των ζωντανών. Και όταν ακόμα οι ζωντανοί φαίνονται σαν ν' ασχολούνται ν' ανατρέψουν τους εαυτούς τους και τα πράγματα και να δημιουργήσουν κάτι που έχει προϋπάρξει, σ' αυτές ακριβώς τις εποχές της επαναστατικής κρίσης επικαλούνται φοβισμένοι τα πνεύματα του παρελθόντος στην υπηρεσία τους, δανείζονται τα ονόματά τους, τα μαχητικά συνθήματά τους, τις στολές τους για να παραστήσουν με την αρχαιοπρεπή αυτή, σεβάσμια μεταμφίεση και μ' αυτή τη δανεισμένη γλώσσα τη νέα σκηνή της παγκόσμιας ιστορίας. 

Καρλ Μαρξ, Η 18η Μπρυμαίρ του Λουδοβίκου Βοναπάρτη, Θεμέλιο, Αθήνα 1986.

 

«Αυτό το απόδειξε η ιστορία όλων των επαναστάσεων, και οι επαναστάτες θα έκαναν το μεγαλύτερο έγκλημα αν άφηναν να τους ξεφύγει η στιγμή, ενώ ξέρουν πως απ’ αυτούς εξαρτάται η σωτηρία της επανάστασης, η πρόταση ειρήνης, η σωτηρία της Πετρούπολης, η σωτηρία από την πείνα, η μεταβίβαση της γης στους αγρότες.»

Λένιν,  Γράμμα προς τα μέλη της ΚΕ,  24 Οκτωβρίου 1917| Κείμενα Λένιν

 

Ο «παλιός κόσμος πεθαίνει και ο νέος πασχίζει να γεννηθεί. Ζούμε την εποχή μιας interregnum (μεσοβασιλείας), όπου εμφανίζονται νοσηρά συμπτώματα.»                                Antonio Gramsci

 

Της Γης οι Κολασμένοι: Τότε

Αφορμή μας είναι η Μεγάλη Οκτωβριανή Επανάσταση για να δούμε την Αριστερά στον παρόντα χρόνο ως προοπτική του μέλλοντος.

Τότε, πριν από ένα αιώνα, μέσα από τις φρικαλεότητες και τα συντρίμμια, του πρώτου παγκοσμίου πολέμου, αναδύθηκε μια επανάσταση παγκόσμιας εμβέλειας, όταν στα αμέσως προηγούμενα χρόνια φάνταζε με απόμακρη ουτοπία.  Κι όμως η ασύλληπτη βία του πολέμου και η κατάρρευση των παλαιών καθεστώτων αποδείχθηκαν πάλι «μαίες της ιστορίας». Έτσι γεννιούνται οι επαναστάσεις. 

«Τώρα θα προχωρήσουμε στην οικοδόμηση της σοσιαλιστικής τάξης», ήταν τα λόγια το Λένιν, όταν κατέλαβαν τα χειμερινά ανάκτορα, κι αυτό προκάλεσε ρίγη στον κόσμο όλο. Το πνεύμα αυτό ήταν τόσο ελπιδοφόρο για τις υποτελείς τάξεις, «της γης τους κολασμένους», που παρομοίαζαν την επανάσταση με «έφοδο στον ουρανό». Οι επαναστάσεις εξηγούνταν με αλληγορίες, όπως «ατμομηχανές της ιστορίας».[1] Σήμερα θα τις λέγαμε, δε ξέρω τί, «υπερηχητικά αεριωθούμενα της ιστορίας που απογειώνουν κι αλλάζουν το κόσμο»; Η αίσθηση που υπήρχε ήταν ότι επανάσταση στη Ρωσία του 1917 ολοκλήρωνε επιτυχώς μια μακρά διεργασία ριζοσπαστική κοινωνικής μεταβολής:[2] Είχε αρχίσει με τη Γαλλική επανάσταση, τις επαναστάσεις του 1948 που ονομάστηκε «Άνοιξη των Λαών» μέχρι την παρισινή κομούνα (1871),[3] την επανάσταση των σκλάβων στην Αϊτή (1791-1804) -την πρώτη χώρα που αναγνώρισε την Ελληνική Επανάσταση, τις επαναστάσεις στα Βαλκάνια μέχρι τη διάλυση της Οθωμανικής αυτοκρατορίας και τη Μεξικάνικη επανάσταση (1910–20). «Σοσιαλισμός ή Βαρβαρότητα», ήταν το δίλημμα της εποχής (Ρόζα Λούξεμπουργκ).  

Ακολούθησε όμως ο άλλος, ακόμα πιο φρικαλέος πόλεμος, ο Δεύτερος παγκόσμιος.  Ωστόσο, και πάλι ευτυχώς συνετρίβη ο Ναζισμός, ο Φασισμός κι ο Ιαπωνικός Μιλιταρισμός, κι ακολούθησαν πάλι νικηφόρες επαναστάσεις, όπως η κινέζικη το 1949, η ανεξαρτησία της Ινδίας και το μεγάλο αντιαποικιακό κύμα στη Αφρική, Ασία και Νότια Αμερική που άλλαξε ριζικά τον κόσμο, καταργώντας τις αυτοκρατορίες και τον αποικισμό: κάθε λαός είχε δικαίωμα για αυτοδιάθεση να ορίσει το μέλλον, κι αναζωογόνησε την προοπτική για σοσιαλισμό. Τότε γεννήθηκε και η Κυπριακή Δημοκρατία ως ανεξάρτητο κράτος. Μέχρι τη δεκαετία του 1980 επαναστάσεις κατά δικτατοριών  είχαν πηγή έμπνευσης και οργάνωσης τη Οκτωβριανή επανάσταση (Πορτογαλία, Μοζαμβίκη, Νικαράγουα), ενώ τη δεκαετία τ ου 1990, η κατάργηση του απαρτχάιντ ήταν η τελευταία τοπική καθεστωτική μεταβολή παγκόσμιας εμβέλειας που έγινε ειρηνικά αλλά χωρίς να ανατραπεί η λευκή κεφαλαιοκρατική  τάξη.  

Η επανάσταση λειτούργησε ως παγκόσμια ώθηση για διεκδίκηση δικαιωμάτων για όλους της γης του κολασμένους διότι η ισότητα μπήκε στο πυρήνα: μόνο αν είμαστε ίσοι/ες μπορούμε να είμαστε ελεύθεροι – το πρόταγμα της ισοελευθερίας (Μπαλιμπάρ).[4] Κι έτσι πήραν τα πάνω του οι αγώνες για την ισότητα, οι εργατικοί, αγροτικοί κι αντιαποικιακοί αγώνες, οι αγώνες για ισότητα φύλων, φυλών/εθνοτήτων, μειονοτήτων, σεξουαλικών  ομάδων, αναπήρων αγώνες. Οι αγώνες για δικαιώματα δεν έπαυσαν ποτέ. Μεταβάλλονται ανάλογα με τις συνθήκες, τις ανάγκες, τις μορφές πάλης. Η διεκδίκηση των κοινωνικών και πολιτικών δικαιωμάτων, με πρόταγμα τη κατάργηση κάθε μορφής καταπίεσης, καθυπόταξης κι εκμετάλλευσης, όπου η Αριστερά οφείλει να πρωτοστατεί,[5] είναι και θα μείνει για πάντα μαζί μας.

Ωστόσο, εκεί που νικήθηκε ο Φασισμός-Ναζισμός, αρχίζει ένας άλλος πόλεμος: Ο Ψυχρός Πόλεμος που σκότωσε τις προοπτικές για διεθνικούς θεσμούς που δίκαια θα επιλύαν τα ζωτικά προβλήματα που ήταν οικουμενικά. Οι ΗΠΑ τώρα έγιναν η ισχυρότερη υπερδύναμη, στην ηγεμονία της οποίας εντάχθηκαν οι πρώην αποικιακές δυνάμεις κι άλλα μικρότερα κράτη ως σύμμαχοι του ΝΑΤΟ κόντρα στο συνασπισμό του Σύμφωνου της Βαρσοβίας.

Κι όμως η ύπαρξη και μόνο δύο ανταγωνιστικών συστημάτων με δυνατότητα αμοιβαίας καταστροφής έδινε κάποιο χώρο στα νέα κράτη να ελιχθούν και ζητούν «καταφύγιο» ή στήριξη απέναντι στον άλλο συνασπισμό, αλλά και στη δημιουργία ενός τρίτου πόλου. Κι έτσι λειτουργούσε το σύστημα με πυρήνα και περιφέρεια, μέχρι που κατέρρευσε ο διπολισμός με τη διάλυση της ΕΣΣΔ. Οι σύμμαχοι της ΕΣΣΔ στην ανατολική Ευρώπη εντάχθηκαν στο ΝΑΤΟ, ενώ τριγμοί και πόλεμοι ξεσπούν στις χώρες που ανήκαν  ΕΣΣΔ. Το εθνικό ζήτημα στα τέλη του 20ου κι αρχές του 21ου αιώνα στη Γιουγκοσλαβία και σε πολλές χώρες της πρώην ΕΣΣΔ δεν λέει να επιλυθεί.

Μέχρι το τέλος του 20ου αιώνα οι αντικειμενικές δυσκολίες, οι ήττες και οι στρεβλώσεις στην οικοδόμηση του σοσιαλισμού οδήγησαν στο τέλος του σοσιαλιστικού στρατοπέδου. Πρώτα, η ανήλεη ιμπεριαλιστική επίθεση από τις καπιταλιστικές δυνάμεις στο πλευρό των αντεπαναστατών. Ενώ, οι αναμενόμενες επαναστάσεις στις ανεπτυγμένες χώρες απέτυχαν, Τα καπιταλιστικά κράτη ήταν ισχυρά και γερά θεμελιωμένα ή/και είχαν έξωθεν στήριξη: Γερμανία, βόρεια Ιταλία, Ισπανία. Επομένως, η έφοδος στα χειμερινά ανάκτορα έπαψε να είναι επιλογή. Επαναστάσεις έγιναν στην ημιπεριφέρεια (Βαλλερστέιν), ή στους «αδύνατους κρίκους», αν υιοθετηθεί η αλληγορία της ιμπεριαλιστικής αλυσίδας (Λένιν). Κι όχι τυχαία. Τα παλαιά καθεστώτα εκεί ηττήθηκαν, άλλα ήταν αδύνατα, κι άλλα υπό κατάρρευση.

Στη Δύση και τον Παγκόσμιο Βορρά απαιτείτο/αι μια άλλη στρατηγική για μετάβαση στο σοσιαλισμό – κι αυτό είναι μείζον μάθημα που η Αριστερά του 21ου αιώνα το βιώνει στη πράξη. Δε μπορούμε να μένουμε δογματικά προσκολλημένοι σε στρατηγικές, αλλά λογικές οργάνωσης άλλων εποχών και καταστάσεων. Το κόμμα «νέου τύπου» του 1902 δε μπορούσε να είναι το ίδιο με το κόμμα του 1971 ή το 1923 ή του 1933, πόσο μάλλον του 2023, και δεν ήταν. Δε μπορούσε να είναι το ίδιο σε όλα τα μήκη και πλάτη του κόσμου.

Η άλλη διάσταση ήταν ασφαλώς οι στρεβλώσεις στην οικοδόμηση του σοσιαλισμού. Οι στρεβλώσεις άρχισαν με την ανελευθερία στο λόγο κι οργάνωση, και την απουσία δημοκρατικής λαϊκής λογοδοσίας – έγιναν εγκλήματα στο όνομα της επανάστασης με καθυπόταξη του προλεταριάτου και του λαού στο όνομα της χειραφέτησης του προλεταριάτου. Με την επικράτηση στου Σταλινισμού, ματαιώθηκε το βασικό πρόταγμα: Αυτό που τελικά επικράτησε μετά το 1928-19333, δεν ήταν σοσιαλισμός, ότι κι αν δήλωνε, ή τουλάχιστον δεν ήταν ο σοσιαλισμός που οραματίστηκαν  και σχεδίασαν οι θεμελιωτές του Μαρξισμού που υποσχόταν ότι «θα περάσουμε «από το βασίλειο της ανάγκης στο βασίλειο της ελευθερίας» (Μαρξ). Παρά ταύτα, η παγκόσμια προλεταριακή επανάσταση εξακολουθούσε να ακτινοβολεί στο κόσμο, πυροδοτώντας  επαναστάσεις παντού καν να προκαλεί παγκόσμιες μεταβολές,  έστω κι αν στρέβλωσε το μοντέλο. Παρά τη μεταφορά λοιπόν των στρεβλώσεων στο πρότυπο διεθνώς, στη κάθε χώρα υπήρχε η ανάγκη να προσαρμοζόταν στις ιδιαιτερότητες κι ανάγκες τις κάθε περίπτωση στη κάθε συγκυρία. Η ποικιλομορφία τελικά νίκησε τον ζουρλομανδύα του τυφλού μιμητισμού, κι αυτό δημιούργησε χώρο για πολιτική. Εξάλλου, υπάρχει σχετική αυτονομία στο διεθνικό πεδίο του παγκόσμιου κρατικού συστήματος που άνοιγε χώρους δράσης και λόγω του διπολικού ανταγωνισμού. Η δε ΕΣΣΔ έμπρακτα βοηθούσε, έστω και με ανταλλάγματα, πολλά επαναστατικά κι αντιαποικιακά κινήματα.

Οδηγήθηκε στη τελική διάλυση της πρώτης σοσιαλιστικής χώρας πριν το τέλος του 20ου αιώνα, όπως είχε ήδη προηγηθεί με τα καθεστώτα της ανατολικής Ευρώπης του λεγόμενου «υπαρκτού σοσιαλισμού». Κατακομματιάστηκε η ΕΣΣΔ, μια κραταιά χώρα που κάλυπτε 1/7 της επιφάνειας του πλανήτη.  Κι αυτό όμως είχε τεράστιο αρνητικό αντίκτυπο διεθνώς, ενώ η διαδικασία στις ίδιες τις χώρες που κάποτε αποτελούσαν την ΕΣΣΔ συνεχίζει με βίαιο τρόπο να δημιουργεί συγκρούσεις και τριβές: ο αρπακτικός καπιταλισμός που επιβλήθηκε, η επέλαση του ΝΑΤΟ προς ανατολάς και οι παρεμβάσεις του, η άνοδος των αντιδραστικών εθνικισμών-σοβινισμών και η βίαιη καταστολή από την ηγεμονική Ρωσία συνεχίζουν την διαλυτική και θανατερή διεργασία και δημιουργούν τεράστια αστάθεια που καταστρέφουν τις προοπτικές για προοδευτική μεταστροφή. Ο νέος ψυχρός πόλεμος αρχίζει νωρίς μετά το τέλος του παλιού ψυχρού πολέμου. Είναι σε αυτό πλαίσιο που οφείλουμε να κατανοήσουμε την εισβολή της (ιμπεριαλιστικής) Ρωσίας στην Ουκρανία το 2022, αλλά να κατανοήσουμε ότι ο πόλεμος είχε ήδη αρχίσει από το 2013.[6]  Όπως έχω επισημάνει αλλού, ο πόλεμος αυτός δεν είναι ούτε ο μόνος, ούτε και ο πιο αιματηρός στον κόσμο. Κι όμως, σηματοδοτεί το τέλος μιας μετάβασης μιας σχετικά ήπιας ασταθούς ιστορικής περιόδου. Προφανώς μπαίνουμε σε μια νέα φάση ακόμα πιο βίαιης, αβέβαιης και ασταθούς, όπου οξύνονται όλες οι αντιθέσεις.[7]  

Η άλλη μεγάλη επανάσταση του 20ου αιώνα ήταν βέβαια η Κινεζική (1949), όπου το ΚΚ Κίνας υπό τον Μάο, προσάρμοσε τις επαναστατικές προοπτικές στα δεδομένα εκεί όπου οι αγρότες ήταν η κινητήρια δύναμη της επανάστασης. Η τεράστια αυτή χώρα αποτελεί την ανερχόμενη παγκόσμια δύναμη με εκπληκτικούς ρυθμούς οικονομικής μεγέθυνσης που προσεγγίσει τις ΗΠΑ στο ΑΕΠ, ενώ με την ισοτιμία αγοραστικής δύναμης τη ξεπερνά κατά πολύ) δε μπορεί να θεωρείται παράδειγμα προς μίμηση.  Αν και την εξουσία ασκεί το ΚΚ Κίνας που εξακολουθεί να διατείνεται ότι οικοδομάει σοσιαλισμό με «κινεζικά χαρακτηριστικά», πρόκειται για αυταρχικό καθεστώς με δισεκατομμυριούχους και ανερχόμενους αστούς των πόλεων από την μια, και εκατοντάδες εκατομμύρια φτωχούς-πάμφτωχους εργάτες κι αγρότες.  Οι σημερινοί ταγοί της Κίνας αρέσκονται να συνεχίζουν να λένε αυτό που έλεγε ο Ντεγκ  ότι «ο Μάο ήταν 70% σωστός, και 30% λάθος», ότι έχει ο Μάο πει για τον Στάλιν κάποτε.[8] Κι όμως θα δούμε μια άλλη Κίνα να αναδύεται: Στα τέλη της δεκαετίας του 1970, τα επίπεδα ανισότητας στην Κίνα ήταν χαμηλότερα από την Ευρώπη, κοντά στις πιο ισότιμες σκανδιναβικές χώρες. Σήμερα, ωστόσο, προσεγγίζει τα επίπεδα των ΗΠΑ. Το κατώτερο 50% κερδίζει περίπου το 15% του συνολικού εισοδήματος στην Κίνα έναντι 12% στις ΗΠΑ και 22% στη Γαλλία.

Οι εξεγέρσεις του 1968 ήταν ορόσημο για τα νέα κινήματα – αντιαποικιακά, αντιιμπεριαλιστικά, αντιπολεμικά κινήματα, ριζοσπαστισμός, ισότητα φύλων, φεμινισμός, αντιρατσιστικοί αγώνες.[9]

Η αντίστροφή μέτρηση αρχίζει ήδη από τα τέλη της δεκαετίας του 1970, αυτό που μπορούμε να ονομάσουμε μια «μακρά αντεπανάσταση», η οποία με τη διάλυση του «υπαρκτού σοσιαλισμού» στην ανατολική Ευρώπη (ότι κι αν ήταν το γραφειοκρατικό-διατακτικό-αυταρχικό αυτό σύστημα) οδήγησε επιτάχυνση της επίθεσης κατά των δημοκρατικών κι εργατικών κεκτημένων: οι πολιτικές λιτότητας και καταβαράθρωσης των δημοκρατικών θεσμών λογοδοσίας, του κράτους πρόνοιας και ιδιωτικοποιήσεις .  Ο νεοφιλελευθερισμός έγινε μονόδρομος και πήρε το όνομα παγκοσμιοποίηση.  Εκεί ακριβώς αναδύονται νέα κινήματα της αντι-νεοφιλελεύθερης παγκοσμιοποίησης ή μιας άλλης παγκοσμιοποίησης, τα οποία ήταν και είναι ελπιδοφόρα γιατί είναι δημιουργήματα της νέας συγκυρίας: μαζικά, δυναμικά και παλμό μιλούν για «ένα άλλο κόσμο που είναι εφικτό». Εφικτός που σήμερα έχει καταστεί αναγκαίος για την επιβίωση της ζωής στον πλανήτη. ,

Η κατάσταση μετά τους βομβαρδισμούς στου δίδυμους πύργους όμως αλλάζει προς το δυσμενέστερο: Οι ΗΠΑ εξαπολύουν μια άγρια παγκόσμια επίθεση εκδίκησης δήθεν κατά της τρομοκρατίας – τώρα οι Δυτικοί θα επιτεθούν σε θρησκευτικού τύπου πολιτικές οργανώσεις που προηγουμένως χρηματοδοτούσαν και εκπαίδευαν ως αντίβαρο σε κοσμικά κομμουνιστικά ή σοσιαλιστικά κινήματα σε χώρες της ημιπεριφέρειας και περιφέρειας  (Μέση Ανατολή, Αφρική και Ασία).  Δεν έχουν αντίπαλο δέος πλέον. Είναι η εποχή του πιο άγριου πολέμου, του ολοκληρωτικού πολέμου με το θεώρημα της «καθεστωτικής αλλαγής» (regime changes) από τις ΗΠΑ και το ΝΑΤΟ: Ιράκ (1990-91), εισβολή και κατοχή Ιράκ (2003–2011), εισβολή και κατοχή Αφγανιστάν (1999-2021), βομβαρδισμοί της πρώην Γιουγκοσλαβίας (1999), εισβολή και ανατροπή Καντάφι  στη Λιβύη (2011).

Το ίδιο ακριβώς κάνει σήμερα στη περιοχή μας το καθεστώς του Ισραήλ στη περιοχή μας με την γενοκτονία στη Γάζα – 10,000 Παλαιστίνιοι νεκροί μέχρι στιγμής, συλλογική τιμωρία και αποκλεισμός, μετά τις αποτρόπαιες επιθέσεις εναντίον αμάχων της Χαμάς. Κι όμως η περιφερειακή σύγκρουση αυτή έχει διαστάσεις σε διαφορετικά επίπεδα του παγκόσμιου συστήματος ηγεμονία σε σημείο μάλιστα που η κατάσταση στη Μέση Ανατολή αυτή τη στιγμή δοκιμάζει την παρακμάζουσα ηγεμονία των ΗΠΑ, παρά την αναμφίβολη πολεμικής της υπεροπλία. Ενδεικτικά, ο φιλικά διακείμενος προς τις ΗΠΑ «Economist» που θέτει το ερώτημα αν η «Αμερικανική ισχύς» είναι πλέον «απαραίτητη ή αναποτελεσματική» και ισχυρίζεται ότι «το πώς ο Τζο Μπάιντεν διαχειρίζεται τον πόλεμο μεταξύ Ισραήλ και Χαμάς, θα καθορίσει τον παγκόσμιο ρόλο της Αμερικής».[10]

Κι όλα αυτά συμβαίνουν, με τους πολέμους ή συγκρούσεις χαμηλής έντασης να μαίνονται σε πολλές Αφρικανικές χώρες, στην Παλαιστίνη, αλλά και εντός της πρώην ΕΣΣΔ. Όπου επεμβήκανε, κατέστρεψαν τα πάντα κι άφησαν πίσω τους συντρίμμια, και στα κενά εξουσίας με αποτέλεσμα να γίνουν καταστραμμένες κοινωνίες όπου ανθεί η βία, το έγκλημα, κέντρα καταπίεσης, εκμετάλλευσής και διακομιστικοί σταθμοί μαζικών εξόδων απελπισμένων πληθυσμών ή αυταρχικά καταπιεστικά καθεστώτα όπου στην εξουσία έχουν ανέλθει οι πιο ορκισμένοι εχθροί τους.

Αυτός είναι και ένας από τους σημαντικότερους λόγους που έχουμε μαζικές και βίαιες μετακινήσεις πληθυσμών που πλανώνται σε αναζήτηση ελπίδας. Δεν τους υποδέχονται τα άλλα κράτη με τη προστασία που δικαιούνται αλλά με απέχθεια, ως παρείσακτους. Αναδύεται μίσος από τους παλιούς και νέους εθνικισμούς, θρησκευτικούς φονταμενταλισμούς, αλλά και ενδυνάμωση παλιών και νέων ρατσισμών ούτε από τις πλούσιες χώρες του Βορρά (πρώην αποικιοκρατίες ή νυν νεοαποικιοκρατίες), ούτε από τους φτωχότερες γειτονικές χώρες.

Παράλληλα έχουμε τεράστιες οικολογικές μεταβολές που υποτιμήσαν οι προηγούμενες γενεές  όπου η ανάπτυξη γινόταν με τις πιο βίαιες μορφές εκμετάλλευσης της φύσης – σήμερα το ονομάζουμε εξτρακτιβισμό (μια ανεξέλεγκτη διαδικασία εξαγωγής φυσικών πόρων από τη γη προς πώληση στη διεθνή αγορά).[11] Tο μεγαλύτερο μέρος της ρύπανσης προέρχεται από λίγες μόνο χώρες: Η Κίνα παράγει περίπου το 30% όλων των παγκόσμιων εκπομπών, ενώ οι Ηνωμένες Πολιτείες ευθύνονται για σχεδόν το 14%.[12] Αν οι  ταγοί του κόσμου εισάκουγαν τις προειδοποιήσεις του πρωτοπόρου Σοβιετικού οικολόγου Βλαντιμίρ Βερνάντσκι που από τη δεκαετία του 1920 εισήγαγε την έννοια της Βιόσφαιρας, ίσως να αποφεύγονταν οι μαζικές περιβαλλοντικές καταστροφές, όχι μόνο στο Τσερνόμπιλ και αλλού. Ακόμα και στη ΕΣΣΔ προηγουμένως, όπου  από τη δεκαετία του 1950 με τη βάναυση οικονομική πολιτική του «παραγωγισμού» και εξτρακτιβισμού, όπως ο έκανε κι ο καπιταλισμός σε όλο τον κόσμο.[13]

 

Οι επαναστατικές παρακαταθήκες: Της Γης οι Κολασμένοι κα ι η Αριστερά στον 21ον αιώνα

 

Ζούμε σήμερα ζοφερούς καιρούς. Εξ ου οι Αριστερά (όποιας απόχρωσης) στον αιώνα μας έχει σίγουρα μειωμένες προσδοκίες σε σύγκριση με τους πρωτοπόρους επαναστάτες ένα αιώνα προηγουμένως αμέσως μετά τον πρώτο παγκόσμιο πόλεμο ή πριν 75 μετά τον δεύτερο παγκόσμιο, όταν γεννήθηκε το ΑΚΕΛ που ηγείτο του μαζικού αντιαποικιακού αγώνα τη δεκαετία του 1940. Σήμερα, στο τέλος του πρώτου τέταρτου του 21ου αιώνα, η Αριστερά, η οποία εκφράζει της γης τους κολασμένους, έχει μπροστά της τεράστιες προκλήσεις.

Είναι μια χαώδης εποχή που χαρακτηρίζεται από διάφορα νοσηρά συμπτώματα- ζούμε με επιταχυνόμενο τρόπο αλλεπάλληλες κρίσεις που έχουν καταστροφικές τάσεις, διαλείψεις και διαφορετικών τύπων εξεγέρσεις (όχι κατ’ ανάγκη προοδευτικές). Κι ο 20ος αιώνας ήταν η εποχή των άκρων και της βιαιότητας (Χομπαμπάουμ),[14] ο 21ος φαίνεται ότι θα είναι ο αιώνας των ακόμα πιο ακραίων βιαιοτήτων. Εκεί μιλούσαν για νομοτελειακή πορεία προόδου, ευημερίας, δημοκρατίας και δικαιωμάτων για όλους με λέξη του συρμού την παγκοσμιοποίηση, παρατηρούμε νοσηρά φαινόμενά παντού: Διαδικασίες αποδημοκρατικοποίησης κι κρατικού αυταρχισμού, τη (νεο)αποικιοκρατία, την άνοδο ακροδεξιών, ρατσιστικών , νεοφασιστικών και φονταμενταλιστικών σχημάτων, την αύξηση της βίας σε όλα τα επίπεδα, πόλεμοι παλιού και νέου τύπου, οικονομικές κρίσεις, σφοδρή άνοδος της ανισότητας και διάφορων μορφών επισφάλειας κι εκμετάλλευσης, συνέχισης και άνοδος του ρατσισμό, διάφορες μορφές σεξισμού, την περιβαλλοντικές καταστροφές και κλιματική αλλαγή και τις πανδημίες. Επίσης, η τεχνολογικής ανάπτυξη που θα μπορούσε υπό άλλες συνθήκες να συνδράμει θετικά για το καλό του πλανήτη, περιέχει τεράστιους κινδύνους, όπως την αλγοριθμική αδικία. Η χρήση της τεχνητής νοημοσύνη που χρησιμοποιείται προς όφελος των λίγων και για αθέμητους σκοπούς, όπως η κερδοσκοπία, μαζική επιτήρηση, καθυπόταξης, εκμετάλλευση, και ακόμα χειρότερα για εν γένει πολεμικούς σκοπούς για μαζική καταστροφή κι εξολόθρευση.

Μείζον ζήτημα είναι ο τρόπος που αντιμετωπίζονται σήμερα οι εκτοπισμένοι πληθυσμοί που εξαναγκάζονται καταφύγουν αλλού, είτε λόγω πολέμων, συρράξεων, διωγμών, είτε λόγω μαζικής καταστροφής από τους πολέμους ή για περιβαλλοντικούς λόγους: Σήμερα έχουμε 110 εκατομμύρια ανθρώπους που έχουν εκτοπιστεί βίαια, ενώ οι πρόσφυγες θα ξεπεράσουν τα 36,4 εκατομμύρια ( Ύπατη Αρμοστεία του ΟΗΕ για τους Πρόσφυγες, 2023).Ο αριθμός αυτό θα αυξάνεται, αλλά τα κράτη όλο και περισσότερο κλείνουν τις πόρτες και την προστασία. Η διαφωνία για το προσφυγικό αποτελεί σήμερα κορυφαίο πολιτικό κοινωνικό ζήτημα που πέρασε στην πυρήνα της πολιτικής αντιπαράθεσης στην Ευρώπη και τον κόσμο.[15]

Αυτές οι καταστροφικές τάσεις πρέπει διακοπούν, να ανατραπούν.

Τί μάθαμε και τί να κάνουμε ως Αριστερά;

Το μέλλον ης Αριστεράς, όπως το γέννησαν οι επαναστάσεις και τι έθρεψαν οι ιστορικοί αγώνες για κοινωνική και πολιτική χειραφέτηση, τις νίκες, τις ήττες, τα σφάλματα και τις υπερβολικές προσδοκίες στις εκτιμήσεις, τα εγκλήματα στο όνομα της επανάστασης, οι διαψεύσεις και ματαιώσεις είναι συνυφασμένη με τα εξής:

1.      Την δυνατότητα της να διδαχθεί από την ιστορία.

2.      Να διαβάσει ορθά την παρούσα συγκυρία, τις δυνατότητες και τους κινδύνους. Απαιτείται να αναπτύσσει συνεχώς τη γνώση, τη θεωρία και τη τεκμηρίωση, κι όχι να είναι προσκολλημένο σε σχηματικά δόγματα ως απολογητική προειλημμένων αποφάσεων. Αυτή είναι η πολιτική, ιδεολογική και γνωσιακή της πυξίδα. Έτσι θα μπορέσει να επιλέξει ορθά για να είναι μπροστά από την κοινωνία, να ρισκάρει ορθά ως πρωτοπορία, χωρίς να φοβάται το κόστος, εφόσον κρίνει ότι η ιστορία οφείλει να πει προς τα εκεί, προς όφελος των υποτελών τάξεων που εκφράζει κι εκπροσωπεί. Δε θα επαναλάβω τα γνωστά για την μείζονα σημασία της πολιτικής στιγμής.

3.      Σε μια συγκυρία της πρωτοφανούς για τα τελευταία χρόνια βίας και συσσώρευσης οπλικών και στρατιωτικών συστημάτων στη περιοχή της ανατολικής Μεσογείου για τον αιώνα αυτό, προβάλλουν άμεσα καθήκοντα μπροστά μας για άμεσο τερματισμό της εξελισσόμενης γενοκτονίας στη Παλαιστίνη και για αποφυγή γενικότερης περιφερειακής σύρραξης. Πρώτιστο καθήκον είναι να κάνουμε ότι περνά από το χέρι μας να σταματήσουμε τους πολέμους Παλαιστίνη, Ουκρανία, Συρία, Υεμένη, Σουδάν για να αναφέρω κάποιες. Η βία δεν είναι καθαρτική, αλλά οδηγεί νέους κύκλους βίας. Οφείλει η Αριστερά να υπερασπιστεί αυτό που ο Αριστείδη Σήτα ονόμασε «ηθική της συμφιλίωσης» σε ένα κόσμο που ωθείται στον ολοκληρωτικό  πόλεμο.[16]

4.      Η ηθική της συμφιλίωσης ισχύει εξίσου για την Νότιο Αφρική, όσο για την Κύπρο και τον κόσμο όλο.[17] Στη παρούσα συγκυρία, δε νοούνται τριμερείς συνεργασίες με τέτοιες αντιδραστικές, πολεμοχαρείς δυνάμεις που διαπράττουν γενοκτονίες και εθνοκαθάρσεις. Κατανοητή ανάγκη για προσδιορισμών ζωνών οριοθέτηση στη θάλασσα για έρευνα και διάσωση, ή οριοθέτηση ζωνών στη βάση του δίκαιου της θάλασσας, αλλά ποτέ σε βάρος των αγωνιζομένων λαών όπως είναι οι Παλαιστίνιοι δίπλα μας. Εξάλλου ο εκστρακτιβισμός της αρπαχτής και το παραμύθι για εκμετάλλευση των υδρογονανθράκων  από την Κύπρο τέλειωσε, και σήμερα η εξόρυξη αερίου έχει μετατραπεί σε παιγνίδι γεωπολιτικών ηγεμονικών σχεδιασμών  στην ανατολική Μεσόγειο: Δεν υπάρχει πλέον «μέρισμα ειρήνης» (peace dividend) για να μοιραστεί. Επίσης, οφείλουμε να είμαστε ασυμβίβαστοι κι αμείλικτοι ενάντια στη οικονομική επέλαση του Ισραήλ και της εξαγοράς των πολιτικών κοινωνικών δυνάμεων στη Κύπρο (όπως και από Ρώσους, Ουκρανούς, Άραβες, Κινέζους κι άλλους μεγιστάνες με την πώληση 7,500 διαβατηρίων κι ακινήτων). 

5.      Το άλλο υπαρξιακό ζήτημα είναι ασφαλώς η κλιμακούμενη οικολογική καταστροφή. [18]  Ως Αριστερά είτε υποτιμούσαμε ή θεωρούσαμε στο παρελθόν ότι είχαμε κάτι σα δάνειο χρόνο, «έχουμε χρόνο», όπως λέγαμε με σιγουριά «όταν στο τέλος κερδίσουμε, θα επιληφθούμε και αυτού». Δεν υπάρχει όμως καμιά εγγύηση ότι θα νικήσουμε σίγουρα, ούτε και χρόνος. Και πάλι επικαλεστώ τον Άρη Σήτα στη «ηθική της  συμφιλίωση» που εντάσσει εδώ και το περιβάλλον: Οι όροι  της συμφιλίωσης με τον κόσμο απαιτούν στα σταθούμε απέναντι και αναπτύξουμε  πολιτικές να κόντρα στη εκμετάλλευση της φύσης, του περιβάλλοντος. Απαιτείται αυτό που ονομάζει «οικο-ισότητα»[19] αν θα επιβιώσει του καπιταλιστικού Ανρωπόκαινου ο πλανήτης αυτός.

6.      Το άλλο μείζον ζήτημα είναι για το ρόλο του  κράτους και των υπερκρατικών/υπερεθνικών ενώσεων και ισχυρών πολυεθνικών εταιριών στο παγκόσμιο σύστημα κρατών. Τι κάνει η Αριστερά τελικά σε σχέση με την κατάκτηση της εξουσίας, πως λειτουργεί εντός του κράτους με δεδομένους του περιορισμούς που έχει εσωτερικά και εξωτερικά όταν επιχειρεί να εφαρμόσει το πρόγραμμα της; Πως συντονίζεται με άλλες δυνάμεις πέραν των συνόρων της; Αυτό ήταν το πρώτο που έπρεπε να σκεφτούν οι μπολσεβίκοι το  1917 κι είναι μαζί μας σήμερα αλλά με άλλους όρους. 

7.      Στα δικά μας τώρα. Το Κυπριακό ασφαλώς και επηρεάζεται ποικιλοτρόπως από το ευρύτερες εξελίξεις και τους σχεδιασμούς στην ανατολική Μεσόγειο. Το κυπριακό πρέπει να λυθεί το συντομότερο. Η εκκρεμότητα δημιουργεί επικίνδυνα δεδομένα. Η μορφή και το πλαίσιο λύσης είναι εκεί – η Κυπριακή Αριστερά είναι ο πυλώνας, η βασική δύναμη που έχει τις δυνάμεις να κρατήσει τις γέφυρες και δώσει νόημα και χώρο για τον κοινό αγώνα ε/κυπρίων και τ/κυπρίων.

 

8.       Η Αριστερά οφείλει να πρωτοστατεί στους αγώνες ενάντια στην αποδημοκρατικοποίησης και τον αυταρχισμό. Αντιθέτως, στο πυρήνα του προγράμματος της πρέπει να είναι ο εκδημοκρατισμός και η εμβάθυνση της δημοκρατίας στη Χώρα, αλλά και να συμμετέχει ενεργά στις ευρωπαϊκές διεργασίες εκδημοκρατισμού της ΕΕ. Να στεκόμαστε απέναντι στις πολιτικές που υπονομεύουν την δημοκρατία και την πρόσβαση των εκτός – δεν νοείται Ευρώπη-Φρούριο.

 

9.      Ταξική προσέγγιση σημαίνει σήμερα σημαίνει να κατανοούμε τη δημοκρατία  ως ανταγωνιστική δημοκρατία. Δεν είμαστε ουδέτεροι απέναντι τη εργασία, δηλαδή είμαστε απέναντι στην κάθε είδους εκμετάλλευση. Η Αριστερά γεννήθηκε ως ο κατεξοχήν πολιτικός φορέας για οργανωμένου τρόπου αντίστασης κι αποσόβηση, ανατροπή της εκμετάλλευσης. Κι αυτό που παρατηρείται τα τελευταία χρόνια είναι κατακερματισμός  και αίσθηση πολυδιάσπασης της εργατικής τάξης που αποτελεί εμπόδιο στη κλασική μορφή απόκτησης ταξικής συνείδησης. Θέλει άλλου τύπου οργάνωση από τη οργάνωση σε μεγάλα εργοστάσια μες βιομηχανικούς εργάτες: Η χωρική διάσταση, οι λεγόμενες «νέες μορφές εργασίας» κάθε άλλο παρά έπαψαν να είναι εκμεταλλευτικές. Αυτές οι μορφές εργασίας αναπτύσσονται ραγδαία και στη Κύπρο με κύριο χαρακτηριστικό την επισφάλεια, την απορρύθμιση και αποξένωση.[20]  Σήμερα, το ταξικό ζήτημα έχει δύο πρόσωπα, την επισφάλεια και τη μετανάστευσή. Η σχέση μας ως Αριστερά πρέπει να έχει  ταυτοτική σχέση, δηλαδή αν ταυτίζεται με τα πολλαπλά πρόσωπα τη εργασίας: πρέπει να είμαστε πράξη πρωτοπορία στους αγώνες για ισότητα ανεξάρτητα από φύλο, εθνοτική ή φυλετική καταγωγή,  θρησκευτική πεποίθηση, σεξουαλικό προσανατολισμό, αναπηρία ή ηλικία ως ο μπροστάρης στους αγώνες για δικαιώματα.

 

10.  Όσον αφορά τη μορφή «κόμμα», αυτό πρέπει να προσαρμόζεται και να είναι ευέλικτο έτσι ώστε οι οργανωτικές δομές και λειτουργίες του αλλά και πολιτικές που παράγει μέσα από αυτές να ανταποκρίνονται στις πολιτικές και κοινωνικές ανάγκες της εποχής αυτών που εκπροσωπεί η Αριστερά.  Κι εδώ υπάρχουν κίνδυνοι από διαφορετικές κατευθύνσεις: η δημοκρατία δεν ταυτίζεται με τον κοινοβουλευτισμό, τον καθεστωτισμό ή την συμμετοχή εξουσία εν γένει και πάση θυσία. Ο κίνδυνος ενσωμάτωσης και τελικά συγχώνευσης μέσα στις δομές τους κράτους και του κεφαλαιοκρατικού συστήματος , ή τον εκφυλισμό προς τα δεξιά ή «συστημικό take over» επιθέσεις είναι εκεί  με μερικά τρανταχτά παλαιότερα και πρόσφατα παραδείγματα. Από την άλλη μεριά οφείλει να προστατεύεται από τις ολοκληρωτικές, εσωστρεφείς, δογματικές και αυτοαναφορικές τάσεις που τον ωθούν στην ανυποληψία και αυτοαπομόνωση.  Αυτό απαιτεί συνεχή εκδημοκρατισμό και βελτίωσης της λογοδοσία, αλλά και αναβάθμιση της επαφής και εμβάθυνση της σχέσης με τα κινήματα, τις υποτελείς τάξεις και κοινωνικές ομάδες που εκπροσωπεί η Αριστερά.

Αυτές είναι κάποιες σκέψεις για την επανάσταση και την Αριστερά στο σύγχρονο κόσμο – ας είναι ακόμα μια αρχή που να ωθήσει σε προβληματισμό, αλλά κυρίως σε δράση γιατί η 11η θέση των Μαρξ και Έγκελς που έθεσαν ως πρόταγμα να αλλάξουμε το κόσμο είναι πιο  επιτακτική σήμερα παρά ποτέ – απλά δεν έχουμε χρόνο. 

 

 

 

 



[1] Enzo Traverso «Μπορούμε να πάμε πέρα από τον κομμουνισμό μόνο εάν αναμετρηθούμε με την ιστορία του», https://commune.org.gr/boroume-na-pame-pera-apo-ton-kommounismo-mono-an-anametrithoume-me-tin-istoria-tou/ και Enzo Traverso, Η Επανάσταση: Διανοητική και πολιτισμική ιστορία, Εκδόσεις του Εικοστού Πρώτου, 2023.

[2] Hobsbawm, E. J., Η εποχή των επαναστάσεων, 1789-1848,  Μορφωτικό Ιδρυμα Εθνικής Τραπέζης, 2008.

[3] Λουκάw Αναστασόπουλος, «Από τη Γαλλική Επανάσταση στην Παρισινή Κομμούνα», ΚΟΜΕΠ, https://www.komep.gr/m-article/Apo-ti-Galliki-Epanastasi-stin-Parisini-Kommona/

[4] Ε. Μπαλιμπάρ, «Η πρόταση της ισοελευθερίας», μτφ. Β. Παπαοικονόμου – Δ. Δημούλη, Θέσεις, 42/1993

[5] Στέργιος Μήτας «Η βιοτική αυτοτέλεια, ως ratio και κανονιστικός πυρήνας των κοινωνικών δικαιωμάτων», Constitutionalism.gr, όμιλος Αριστόβουλος Μάνεσης, https://www.constitutionalism.gr/2308-i-biotiki-aytoteleia-ws-ratio-kai-kanonistikos-pyr/

[6] Νίκος Τριμικλινιώτης, «Η Ρωσική εισβολή, ο εθνικισμός και οι ταξικοί αγώνες στην Ουκρανία: η παρακμή της αμερικανικής ηγεμονίας, το ΝΑΤΟ και ο μεγαλορωσικός σοβινισμός», commune,  05/03/2022, https://commune.org.gr/i-rosiki-eisvoli-o-ethnikismos-kai-oi-taxikoi-agones-stin-oukrania-i-parakmi-tis-amerikanikis-igemonias-to-nato-kai-o-megalorosikos-sovinismos/

[7] Νίκος Τριμικλινιώτης, «Εισαγωγή- Υπάρχει νέος ψυχρός πόλεμος;», commune,  29/04/2022, https://commune.org.gr/yparchei-neos-psychros-polemos/

[8] «Chinese Reopen Debate Over Chairman Mao's Legacy», NPR 22 June 2011,  EThttps://www.npr.org/2011/06/22/137231508/chinese-reopen-debate-over-chairman-maos-legacy

[9] Wallerstein, Immanuel, and Sharon Zukin. “1968, Revolution in the World-System: Theses and Queries.” Theory and Society 18, no. 4 (1989): 431–49. http://www.jstor.org/stable/657747.

Jonathan Fenby “May 1968: The French Revolution That Never Was”,  History Reader, https://www.thehistoryreader.com/military-history/may-1968/

[10] Νίκος Τριμικλινιώτης, «Το Παλαιστινιακό ως «σημείο καμπής» για την αμερικανική ηγεμονία», commune, 1/11/2023, https://commune.org.gr/to-palaistiniako-os-simeio-kabis-gia-tin-amerikaniki-igemonia/

[11] Βασίλης Τσιάνος και Δημήτρης Παρσάνογλου, «Επισφάλεια στην Ανθρωπόκαινο εποχή. Σημειώσεις για το τέλος του καπιταλισμού», σε Μιχάλης Μπαρτσίδης και Κώστας Δουζίνας (επιμ.) Η αριστερή θεωρία στον 21ο αιώνα Tόμος IΙ Η ζωή σε ζοφερούς καιρούς, Ίδρυμα Νίκος Πουλαντάς, 2021 σελ. 113-124

[12] https://climatetrade.com/which-countries-are-the-worlds-biggest-carbon-polluters/,  https://climate.selectra.com/en/carbon-footprint/most-polluting-countries και https://climatetrade.com/the-worlds-most-polluting-industries/

[13]    Η δεκαετία του 1950 είχε ξεκινήσει με μια καταστροφή για τους ακτιβιστές της προστασίας της φύσης με την  κατάργηση πολλών καταφύγιων της φύσης, ή zapovedniki, το 1951 (μόνο 39 από τα 128 επέζησαν) κατόπιν αιτήματος των οικονομικών υπουργείων. Από την άποψη της προστασίας της φύσης, αυτό ήταν μια απόλυτη καταστροφή για πολλούς ερευνητές που είχαν εργαστεί επί χρόνια για να κρατήσουν αυτές τις περιοχές ασφαλείς από τις ανθρώπινες δραστηριότητες και να γλιτώσουν τις περισσότερες από αυτές από τη βάναυση οικονομική πολιτική του «παραγωγισμού» και εξτρακτιβισμού, βλ. Laurent Coumel, «A Failed Environmental Turn? Khrushchev’s Thaw and Nature Protection in Soviet Russia», The Soviet and Post-Soviet Review 40 (2013) 167–189.

 

[14] Eric Hobsbawm,  Η εποχή των άκρων. Ο σύντομος εικοστός αιώνας 1914-1991, εκδ. Θεμέλιο, 2002.

[15] Νίκος Τριμικλινιώτης,Migration and Refugee Dissensus in Europe: Borders, Insecurity and Austerity. Routledge, 2020. 

[16] Ari Sitas, The Ethic of Reconciliation. Durban, South Africa: Madiba Publishers, 2008.

[17]Sitas, Ari, Dilek και Latif, and Natasa Loizou. 2007. Prospects of Reconciliation, Coexistence and Forgiveness in Cyprus- A Research Report, Report 4/2007, PRIO Cyprus, https://cyprus.prio.org/Publications/Publication/?x=1167 .

[18] John Bellamy Foster, Capitalism in the Anthropocene: Ecological Ruin or Ecological Revolution, New York: Monthly Review Press 2022.

[19] Ari sitas. “The Ethic of Reconciliation and a New Curriculum ”, Sitas, R., Sitas, A., Ramaru, K., Omar, J., Ntsebeza, L., Masola, A., Pande, A. (eds.. Epistemic Justice and the Postcolonial University. Wits University Press, 2023.

[20] Nicos Trimikliniotis, “New Forms of Employment in Cyprus”, Bernd Waas (ed.) New Forms of Employment in the EU, Wolters Kluwer International publications, 2017, σελ. 173-182 και Gregoris Ioannou, Employment, Trade Unionism, and Class, The Labour Market in Southern Europe since the Crisis, Routledge, 2022.

  • January 7th 2024 at 00:50

The “Declaration of Pan-Cyprian Mobilization” Receives the 2023 Honorary Award

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 29.12.2023 – The Union of Cypriots presents Honorary Awards to recognize the contributions of Cypriot individuals or organizations for our independence struggle. The Union of Cypriots Honorary Awards are given in memory of a Cypriot community leader, Dr. Ihsan Ali, who spent his life for his people and the Cypriot Republic.…

Continue reading

“Pan-Kıbrıslı Seferberliği Deklarasyonu” 2023 Onur Ödülü’nü Aldı

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 29.12.2023 – Kıbrıslılar Birliği, bağımsızlık mücadelemize katkılarından dolayı Kıbrıslı değerlerimize veya kuruluşlarımıza Onur Ödülleri takdim etmektedir. Kıbrıslılar Birliği Onur Ödülleri, hayatını kendi halkı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne adayan Kıbrıslı toplum lideri Dr. İhsan Ali’nin anısına verilmektedir. 2023 yılında bu ödülü Kıbrıs’ın Özgürlüğü için Pan-Kıbrıslı Seferberliği Deklarasyonu‘na sunmaktan gurur duymaktayız. “Kıbrıs’ın Özgürlüğü için…

Continue reading

Η «Διακήρυξη Παγκύπριας Κινητοποίησης» παραλαμβάνει το Τιμητικό Βραβείο 2023

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 29.12.2023 – Η Ένωσις Κυπρίων απονέμει Τιμητικά Βραβεία για να αναγνωρίσει τις συνεισφορές Κύπριων ατόμων ή οργανώσεων στον αγώνα μας για την ανεξαρτησία. Τα Τιμητικά Βραβεία της Ένωσης Κυπρίων απονέμονται εις μνήμην του ηγέτη της Κυπριακής κοινότητας Δρ. Ιχσάν Αλή, ο οποίος αφιέρωσε τη ζωή του στον λαό του και την…

Continue reading

Kıbrıslılar Birliği “Liberate Cyprus – Defeat Imperialism” podcast’ini başlatıyor

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 26.12.2023 – Kıbrıslılar Birliği olarak “Liberate Cyprus – Defeat Imperialism” (Kıbrıs’ı Kurtar, Emperyalizmi Yen) adlı podcast’imizin tanıtımını duyurmaktan mutluluk duymaktayız. Milli kurtuluş mücadelelerinin dünya çapında birbirine bağlı olduğuna ve uluslararası dayanışmanın özgürlük ve adalet arayışında önemli bir güç olduğuna inanmaktayız. “Liberate Cyprus – Defeat Imperialism” programının her bölümü, özgürlük mücadelesinin hem…

Continue reading

Η Ένωσις Κυπρίων κυκλοφορεί το podcast «Liberate Cyprus – Defeat Imperialism».

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 26.12.2023 – Ως Ένωσις Κυπρίων, είμαστε στην ευχάριστη θέση να ανακοινώσουμε την έναρξη του podcast μας «Liberate Cyprus – Defeat Imperialism» (Ελευθερώστε την Κύπρο – Νικήστε τον Ιμπεριαλισμό). Πιστεύουμε ότι οι αγώνες εθνικής απελευθέρωσης είναι αλληλένδετοι σε όλο τον κόσμο και ότι η διεθνής αλληλεγγύη είναι μια σημαντική δύναμη στην αναζήτηση…

Continue reading

Union of Cypriots launches “Liberate Cyprus – Defeat Imperialism” podcast

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 26.12.2023 – As the Union of Cypriots, we are pleased to announce the launch of our podcast “Liberate Cyprus – Defeat Imperialism”. We believe that national liberation struggles are interconnected around the world and that international solidarity is an important force in the quest for freedom and justice. Each episode of…

Continue reading

The Left must denounce the hydrocarbons alliance of the Republic of Cyprus with Israel

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
(στα ελληνικά πιο κάτω) The East Mediterranean hydrocarbons are at the core of the Republic of Cyprus’s support for Israel in the unfolding genocide of the Palestinians. The Cypriot left must denounce the alliance between the Republic of Cyprus and Israel, in support of both the Palestinians and the fight against climate catastrophe. Petroleum has… Continue reading The Left must denounce the hydrocarbons alliance of the Republic of Cyprus with Israel
  • January 10th 2024 at 13:52

Mikrofonumuzu İleri Basımevi Direnişi’ne Uzattık

By Sezgin Keser
Bir Mikrofon Bir Hikaye ekibi olarak bu ay mikrofonumuzu İleri Basımevi direnişini konuşmak için Erdoğan Ağdelen’e uzattık. CTP Genel Başkanı Özker Özgür’ün Yenidüzen gazetesinde kaleme aldığı köşe yazısına, dönemin Cumhurbaşkanı...

BİZE KURADA MÜCADELE ÇIKTI!

By Mustafa Batak
2024 yılına giriyor olduğumuz bu günlerde, herkes gibi biz de kuramızı çektik ve bize bu yıl da MÜCADELE çıktı.Bundan önceki yıllarda olduğu gibi 2024 yılında da aynı inanç ve kararlılıkla...

ΓΙΑ ΤΟΝ ALAN TURING, ΠΟΛΛΕΣ ΑΛΛΕΣ ΧΙΛΙΑΔΕΣ ΑΝΘΡΩΠΩΝ ΚΑΙ ΤΑ CyprusNews.eu & ΑΝΤ1

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
Ας μη κατηγορούμε όμως δυσάρεστους τύπους σαν τον Οικονομόπουλο και τον «υπερασπιστή των μικρών παιδιών» - αυτοί είναι σύμπτωμα, δεν είναι οι υπεύθυνοι για την συνέχιση αυτής της τεράστιας ανθρώπινης τραγωδίας.  Οι υπεύθυνοι συμπεριλαμβάνουν τους συντάκτες των CyprusNews.eu και του ΑΝΤ1
  • January 8th 2024 at 11:39

Θυμάστε την Αντεπανάσταση;

By nicostrim

 






Τι σημαίνει η λέξη αντεπανάσταση; Δεν θα πρέπει να την αντιλαμβανόμαστε ότι σημαίνει μόνο μια βίαιη καταστολή (αν και, βεβαίως, αυτό είναι πάντα μέρος της), ούτε είναι μια απλή αποκατάσταση του ancien regime, δηλαδή η αποκατάσταση της κοινωνικής τάξης που είχε διαλυθεί από συγκρούσεις και εξεγέρσεις. Η αντεπανάσταση είναι κυριολεκτικά η επανάσταση από την ανάποδη. Με άλλα λόγια, είναι μια ορμητική καινοτομία τρόπων παραγωγής, μορφών ζωής και κοινωνικών σχέσεων που, ωστόσο, παγιώνουν και θέτουν ξανά σε κίνηση την καπιταλιστική κυριαρχία. Η αντεπανάσταση, όπως ακριβώς και ο συμμετρικός της αντίπαλος, δεν αφήνει τίποτα αναλλοίωτο. Δημιουργεί μια μακρά κατάσταση έκτακτης ανάγκης στην οποία η χρονική διαδοχή των γεγονότων μοιάζει να επιταχύνεται. Δημιουργεί ενεργά τη δική της "νέα τάξη πραγμάτων", σφυρηλατώντας νέες νοοτροπίες, πολιτισμικές συνήθειες, γούστα και έθιμα - εν ολίγοις, μια νέα κοινή λογική. Πηγαίνει στη ρίζα των πραγμάτων και εργάζεται μεθοδικά.

Αλλά υπάρχει και κάτι περισσότερο: η αντεπανάσταση απολαμβάνει τις ίδιες ακριβώς προϋποθέσεις και τις ίδιες ακριβώς (οικονομικές, κοινωνικές και πολιτισμικές) τάσεις με τις οποίες θα μπορούσε να ασχοληθεί η επανάσταση- καταλαμβάνει και αποικίζει το έδαφος του αντιπάλου- δίνει διαφορετικές απαντήσεις στα ίδια ερωτήματα. Με άλλα λόγια, επανερμηνεύει με τον δικό της τρόπο το σύνολο των υλικών συνθηκών που θα έκαναν απλώς νοητή την κατάργηση της μισθωτής εργασίας και ανάγει αυτές τις συνθήκες σε κερδοφόρες παραγωγικές δυνάμεις. (Αυτό το ερμηνευτικό έργο διευκολύνθηκε ως ένα βαθμό στην Ιταλία από τη χρήση των φυλακών υψίστης ασφαλείας). Επιπλέον, η αντεπανάσταση αντιστρέφει τις ίδιες τις μαζικές πρακτικές που έμοιαζαν να παραπέμπουν στον μαρασμό της κρατικής εξουσίας και στην ενσάρκωση της ριζοσπαστικής αυτοδιοίκησης, μετατρέποντάς τες σε αποπολιτικοποιημένη παθητικότητα ή σε πλειονοτική συναίνεση. Αυτός είναι ο λόγος για τον οποίο μια κριτική ιστοριογραφία, απρόθυμη να λατρέψει την αυθεντία των "απλών γεγονότων", πρέπει να προσπαθήσει να αναγνωρίσει, σε κάθε βήμα και κάθε πτυχή της αντεπανάστασης, τη σιλουέτα, το περιεχόμενο και τις ιδιότητες μιας εν δυνάμει επανάστασης.

Η ιταλική αντεπανάσταση ξεκίνησε στα τέλη της δεκαετίας του 1970 και συνεχίζεται ακόμα και στα μέσα της δεκαετίας του 1990. Περιέχει πολυάριθμες διαστρωματώσεις. Όπως ένας χαμαιλέοντας, έχει αλλάξει αρκετές φορές την εμφάνισή της: ο "Ιστορικός Συμβιβασμός" μεταξύ των Χριστιανοδημοκρατών και του Κομμουνιστικού Κόμματος, ο θριαμβευτικός σοσιαλισμός υπό την ηγεσία του Bettino Craxi και η πολιτική μεταρρύθμιση του συστήματος που ακολούθησε την κατάρρευση της Σοβιετικής Ένωσης και των άλλων καθεστώτων της Ανατολικής Ευρώπης είναι μερικά από τα προσωπεία της. Δεν είναι ωστόσο δύσκολο να αναγνωρίσει κανείς με γυμνό μάτι το κυρίαρχο μοτίβο που διατρέχει όλες αυτές τις φάσεις. Ο ενιαίος πυρήνας της ιταλικής αντεπανάστασης των δεκαετιών του 1980 και του 1990 ενσωματώνει διάφορα στοιχεία: (1) την πλήρη επιβεβαίωση του μεταφορντικού τρόπου παραγωγής (ηλεκτρονικές τεχνολογίες, αποκέντρωση και ευελιξία των εργασιακών διαδικασιών, γνώση και επικοινωνία ως κύριοι οικονομικοί πόροι κ.ο.κ.)- (2) την καπιταλιστική διαχείριση της δραστικής μείωσης του κοινωνικά αναγκαίου χρόνου εργασίας (μέσω μιας αγοράς εργασίας που χαρακτηρίζεται από διαρθρωτική ανεργία, μερική απασχόληση, μακροχρόνια εργασιακή ανασφάλεια, αναγκαστικές πρόωρες συνταξιοδοτήσεις κ.ο.κ.)- και (3) τη δραματική κρίση, η οποία από πολλές απόψεις είναι μη αναστρέψιμη, της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας. Η Πρώτη Δημοκρατία, η οποία εγκαθιδρύθηκε μετά τον Δεύτερο Παγκόσμιο Πόλεμο, έχει φτάσει στο τέλος της. Η Δεύτερη Δημοκρατία θέτει τις ρίζες της στην υλική θεμελίωση αυτών των νέων στοιχείων. Η Δεύτερη Δημοκρατία πρέπει να προσπαθήσει να καταστήσει τη μορφή και τις διαδικασίες διακυβέρνησης κατάλληλες για τους μετασχηματισμούς που έχουν ήδη συντελεστεί στους χώρους της παραγωγής και της αγοράς εργασίας. Με τη Δεύτερη Δημοκρατία, η μεταφορντική αντεπανάσταση βρίσκει τελικά τη δική της συγκρότηση και, έτσι, φτάνει στην ολοκλήρωσή της.

Στις ιστορικοπολιτικές θέσεις που ακολουθούν, θα επιχειρήσω να εξάγουμε κάποιες σημαντικές πτυχές από τις ιταλικές εξελίξεις των τελευταίων δεκαπέντε ετών -συγκεκριμένα, εκείνες τις πτυχές που προσφέρουν ένα άμεσο εμπειρικό υπόβαθρο για τις θεωρητικές συζητήσεις που παρουσιάζονται σε αυτό το βιβλίο. Όταν, κατά τη διάρκεια αυτής της ιστορικής ανάλυσης, βρίσκω ένα συγκεκριμένο γεγονός παραδειγματικό (ή, στην πραγματικότητα, όταν θεωρώ ότι καθιστά ορατό ένα "επιστημολογικό ρήγμα" ή μια εννοιολογική καινοτομία), θα σταματήσω για να το διερευνήσω μέσω ενός εξιστορήματος, η λειτουργία του οποίου θα είναι παρόμοια με το προσκήνιο μιας κινηματογραφικής σκηνής.


242, 3





Θεση 1

Ο μεταφορντισμός στην Ιταλία πήρε το βάπτισμά του από το λεγόμενο κίνημα του '77. Σε εκείνους τους κοινωνικούς αγώνες, ένας εργαζόμενος πληθυσμός που χαρακτηριζόταν από την κινητικότητά του, τη χαμηλή εργασιακή ασφάλεια και την υψηλή συμμετοχή των φοιτητών και εμφορούνταν από μίσος για την "ηθική της εργασίας", επιτέθηκε μετωπικά στην παράδοση και την κουλτούρα της ιστορικής Αριστεράς και σηματοδότησε μια καθαρή ρήξη σε σχέση με τον εργάτη της γραμμής συναρμολόγησης. Ο μεταφορντισμός γεννήθηκε από αυτή την αναταραχή.

Το αριστούργημα της ιταλικής αντεπανάστασης ήταν ότι μετέτρεψε αυτές τις συλλογικές τάσεις, οι οποίες στο κίνημα του '77 ήταν mani fest ως αδιάλλακτος ανταγωνισμός, σε επαγγελματικές προϋποθέσεις, συστατικά της παραγωγής υπεραξίας και ζύμη για έναν νέο κύκλο καπιταλιστικής ανάπτυξης. Ο ιταλικός νεοφιλελευθερισμός της δεκαετίας του '80 ήταν ένα είδος ανεστραμμένου 1977. Το αντίστροφο, ωστόσο, είναι επίσης αληθές - εκείνη η παλιά περίοδος των συγκρούσεων συνεχίζει ακόμη και σήμερα να αντιπροσωπεύει την άλλη όψη του μεταφορντικού νομίσματος, την επαναστατική πλευρά. Το κίνημα του '77 αποτελεί (για να χρησιμοποιήσουμε την όμορφη έκφραση της Χάνα Άρεντ) ένα "μέλλον στην πλάτη μας", την ανάμνηση των πιθανών ταξικών αγώνων που μπορεί να λάβουν χώρα στην επόμενη φάση, μια μελλοντική ιστορία.



Πρώτο Παρέκβαση: Εργασία και μη εργασία ή η έξοδος του '77

Όπως κάθε αυθεντική καινοτομία, το κίνημα του '77 υπέστη την προσβολή να το εκλαμβάνουν ως φαινόμενο περιθωριοποίησης - εκτός από την κατηγορία (που στην πραγματικότητα δεν είναι αντιφατική αλλά συμπληρωματική της πρώτης) ότι είναι παρασιτικό. Οι έννοιες αυτές αντιστρέφουν την πραγματικότητα με τόσο πλήρη και ακριβή τρόπο που μπορεί να μας φανούν χρήσιμες. Στην πραγματικότητα, εκείνοι που θεωρούσαν ότι οι "ξυπόλυτοι διανοούμενοι" του '77 (οι φοιτητές-εργαζόμενοι και οι εργαζόμενοι-φοιτητές, καθώς και οι εργαζόμενοι με μερική απασχόληση και οι προ-καριώδεις εργαζόμενοι κάθε είδους) ήταν περιθωριακοί ή παρασιτικοί, ήταν ακριβώς εκείνοι που θεωρούσαν ότι η σταθερή εργασία στα εργοστάσια διαρκών καταναλωτικών αγαθών ήταν "κεντρική" και "παραγωγική". Αυτοί ήταν που έβλεπαν αυτά τα νέα θέματα από το βανταζικό σημείο του κύκλου της ανάπτυξης σε παρακμή - ένα σημείο που σήμερα μπορεί να αναγνωριστεί ως περιθωριακό και παρασιτικό. Αν κοιτάξει κανείς προσεκτικά, ωστόσο, τους μεγάλους μετασχηματισμούς των παραγωγικών διαδικασιών και της κοινωνικής εργάσιμης ημέρας που ξεκίνησαν εκείνη την περίοδο, δεν είναι δύσκολο να αναγνωρίσει στους πρωταγωνιστές αυτών των αγώνων του δρόμου κάποια σύνδεση με την καρδιά των παραγωγικών δυνάμεων.

Το κίνημα του '77 έδωσε για μια στιγμή φωνή στη νέα ταξική σύνθεση, η οποία είχε αρχίσει να διαμορφώνεται μετά την πετρελαϊκή κρίση και τις απολύσεις στα μεγάλα εργοστάσια, στην αρχή της διαδικασίας της βιομηχανικής ανασυγκρότησης. Ήταν

δεν είναι η πρώτη φορά που ένας ριζικός μετασχηματισμός του τρόπου παραγωγής συνοδεύεται από την πρώιμη συγκρουσιακότητα των στρωμάτων της εργατικής δύναμης που βρίσκονται στα πρόθυρα να γίνουν ο κεντρικός άξονας του νέου παραγωγικού σχήματος. Θυμηθείτε, για παράδειγμα, τον κοινωνικό κίνδυνο που χαρακτήριζε τον δέκατο όγδοο αιώνα τους Άγγλους αλήτες, οι οποίοι είχαν ήδη εκδιωχθεί από τα χωράφια και βρίσκονταν στα πρόθυρα να εργαστούν στην πρώιμη μεταποιητική παραγωγή. Θα μπορούσε κανείς επίσης να επισημάνει τους αγώνες των αποχαρακτηρισμένων εργατών στις Ηνωμένες Πολιτείες τη δεκαετία του 1910, δηλαδή την περίοδο που προηγήθηκε άμεσα της εφαρμογής της φορντικής και τεϋλοριστικής παραγωγής που βασίστηκε ακριβώς στη συστηματική αποχαρακτηρισμό της εργασίας. Κάθε ξαφνική μεταμόρφωση της οργάνωσης της παραγωγής είναι καταρχήν προορισμένη να ανακαλέσει εκ νέου τους πόνους της "πρωταρχικής συσσώρευσης", έχοντας να μετατρέψει μια σχέση μεταξύ "πραγμάτων" (δηλαδή νέες τεχνολογίες, διαφορετικές κατανομές επενδύσεων και εργατική δύναμη με ορισμένες συγκεκριμένες προϋποθέσεις) σε κοινωνική σχέση. Ακριβώς σε αυτό το πέρασμα, ωστόσο, μπορεί μερικές φορές να προκύψει η υποκειμενική στροφή αυτού που θα γίνει αργότερα η αδιαμφισβήτητη πορεία των γεγονότων.

Οι αγώνες του '77 ανέλαβαν ως δική τους υπόθεση τη ρευστοποίηση της αγοράς εργασίας, καθιστώντας την πεδίο κοινωνικής συσσωμάτωσης και σημείο ισχύος. Η κινητικότητα μεταξύ διαφορετικών θέσεων εργασίας και μεταξύ εργασίας και μη εργασίας καθόρισε (αντί να διαταράξει) τις ομοιογενείς πρακτικές και τις κοινές συνήθειες που χαρακτήριζαν τις υποκειμενικότητες και τις συγκρούσεις. Σε αυτό το πλαίσιο άρχισε να διαφαίνεται η τάση που τα επόμενα χρόνια αναλύθηκε από τον Ralf Dahrendorf, τον Andre Gorz και πολλούς άλλους: η μείωση της παραδοσιακής χειρωνακτικής εργασίας, η ανάπτυξη της πνευματικής εργασίας σε μαζικό επίπεδο και η αύξηση της ανεργίας λόγω των επενδύσεων (δηλαδή λόγω της οικονομικής ανάπτυξης και όχι λόγω των εμποδίων της). Το κίνημα έδωσε έτσι σε αυτή την τάση ένα είδος μερικής αναπαράστασης: την έκανε για πρώτη φορά ορατή, τη βάφτισε κατά κάποιον τρόπο, αλλά παραμόρφωσε τη φυσιογνωμία της, δίνοντάς της ένα ανταγωνιστικό πρόσωπο. Αυτό που ήταν ουσιώδες ήταν η αναγνώριση μιας δυνατότητας - η αντίληψη της μισθωτής εργασίας ως ένα επεισόδιο στη ζωή μας και όχι ως φυλακή. Ακολούθησε τότε μια αντιστροφή των προσδοκιών: άρνηση να προσπαθήσουμε να μπούμε στο εργοστάσιο και να μείνουμε εκεί, και αντίθετα αναζήτηση κάθε τρόπου να το αποφύγουμε και να το εγκαταλείψουμε. Η κινητικότητα δεν αποτελούσε πλέον μια επιβαλλόμενη συνθήκη αλλά μια θετική απαίτηση και την κύρια επιδίωξη- η σταθερή εργασία, που ήταν ο πρωταρχικός στόχος, θεωρούνταν πλέον εξαίρεση ή παρένθεση.

Σε μεγάλο βαθμό ήταν αυτές οι τάσεις, και όχι η βία των αγώνων, που έκαναν τους νέους του '77 ακατανόητους για τα παραδοσιακά στοιχεία του εργατικού κινήματος. Κατέστησαν την ανάπτυξη στον τομέα της μη εργασίας και την αστάθειά της σε μια συλλογική πορεία, μια συνειδητή μετανάστευση μακριά από [244, 5]. από την εργοστασιακή εργασία. Αντί να αντισταθούν με όλες τους τις δυνάμεις στην παραγωγική αναδιάρθρωση, αμφισβήτησαν τα όρια και τις κατευθύνσεις της, προσπαθώντας να την εκτρέψουν προς όφελός τους. Αντί να κλειστούν σε ένα πολιορκημένο φρούριο, καταδικασμένοι σε παθιασμένη ήττα, δοκίμασαν τις δυνατότητες να δελεάσουν τον αντίπαλο να επιτεθεί σε άδεια φρούρια, εγκαταλελειμμένα εδώ και καιρό. Η αποδοχή της κινητικότητας συνδυάστηκε τόσο με το αίτημα ενός εγγυημένου εισοδήματος όσο και με την ιδέα ενός είδους παραγωγής πιο κοντά στις απαιτήσεις της αυτοπραγμάτωσης. Αναπτύχθηκε έτσι ένα ρήγμα στη σχέση μεταξύ παραγωγής και κοινωνικοποίησης. Στιγμές κοινοτικής ένωσης βιώθηκαν εκτός και ενάντια στο πεδίο της άμεσης παραγωγής. Σε αυτό το σημείο, αυτή η ανεξάρτητη κοινωνικότητα άρχισε να αναγνωρίζεται και στον εργασιακό χώρο, ως ανυπακοή. Και ένα αποφασιστικό στοιχείο αυτού ήταν η δυνατότητα "συνεχούς εκπαίδευσης", δηλαδή η συνέχιση του σχολείου ακόμη και μετά την εύρεση εργασίας. Αυτό τροφοδότησε τη λεγόμενη ακαμψία της προσφοράς εργασίας, αλλά, το σημαντικότερο, δημιούργησε μια συνθήκη κατά την οποία οι θέσεις ασταθούς και παράνομης εργασίας καλύπτονταν από υποκείμενα των οποίων τα δίκτυα γνώσεων και πληροφοριών ήταν πάντα υπερβολικά σε σχέση με διάφορους και μεταβαλλόμενους ρόλους. Αυτή ήταν μια περίσσεια που δεν μπορούσε να τους αφαιρεθεί και δεν μπορούσε να περιοριστεί στη δεδομένη μορφή εργασιακής συνεργασίας. Η επένδυση και η σπατάλη της ήταν σε κάθε περίπτωση συνδεδεμένες με τη δυνατότητα να κατοικηθεί και να κατοικηθεί με σταθερό τρόπο μια περιοχή που βρισκόταν εκτός της εμβέλειας του μισθού.

Αυτό το σύνολο πρακτικών είναι προφανώς διφορούμενο. Είναι δυνατόν να διαβαστεί, στην πραγματικότητα, ως μια παβλοφική απάντηση στην κρίση του κράτους πρόνοιας. Σύμφωνα με αυτή την ερμηνεία, παλιά και νέα υποκείμενα που είχαν εξαρτηθεί από τη βοήθεια κατεβαίνουν στο πεδίο για να υπερασπιστούν τους δικούς τους θύλακες, χαράσσοντας διάφορους θύλακες των δημόσιων δαπανών. Θα ενσάρκωναν έτσι εκείνα τα πλασματικά κόστη που οι νεοφιλελεύθερες και οι πολιτικές κατά της πρόνοιας προσπαθούσαν να καταργήσουν ή τουλάχιστον να περιορίσουν. Η παραδοσιακή Αριστερά μπορεί επίσης να υπερασπιστεί αυτή την ψευδή θέση, με κάποια αμηχανία, και να καταδικάσει αυτό το είδος "παρασιτισμού". Ίσως όμως το κίνημα του '77 να μπορεί να δείξει την κρίση του κράτους πρόνοιας υπό ένα εντελώς διαφορετικό πρίσμα, επαναπροσδιορίζοντας ριζικά τη σχέση πλοίου μεταξύ εργασίας και βοήθειας, μεταξύ πραγματικού κόστους και "ψεύτικου κόστους", μεταξύ παραγωγικότητας και παρασιτισμού. Η έξοδος από το εργοστάσιο, η οποία εν μέρει πρόλαβε και εν μέρει έδωσε ένα διαφορετικό νόημα στην αρχόμενη διαρθρωτική ανεργία, υποδηλώνει με προκλητικό τρόπο ότι στην αφετηρία της χρεοκοπίας του Κράτους Πρόνοιας βρίσκεται, ίσως, η αποτυχία να αναπτυχθεί επαρκώς ο τομέας της μη εργασίας. Δηλαδή, δεν υπάρχει υπερβολικά πολλή μη-εργασία, αλλά υπερβολικά λίγη. Πρόκειται, λοιπόν, για μια κρίση που προκαλείται όχι από τις υποτιθέμενες διαστάσεις της βοήθειας, αλλά από το γεγονός ότι η βοήθεια χορηγήθηκε, σε μεγάλο βαθμό, με τη μορφή μισθωτής εργασίας. Και προκλήθηκε επίσης, αντιστρόφως, από το γεγονός ότι η μισθωτή εργασία θεωρήθηκε, από ένα σημείο και μετά, ως βοήθεια. Εξάλλου, η πολιτική της πλήρους απασχόλησης δεν γεννήθηκε τη δεκαετία του 1930 με το χρυσό σύνθημα "σκάψε τρύπες και μετά γέμισέ τες";

Το κεντρικό σημείο, το οποίο αναδύθηκε το 1977 με συγκρουσιακές μορφές και στη συνέχεια κατά τη διάρκεια της δεκαετίας του 1980 συνεχίστηκε ως οικονομικό παράδοξο της καπιταλιστικής ανάπτυξης, είναι το εξής: η χειρωνακτική εργασία, κατανεμημένη σε διάφορες επαναλαμβανόμενες εργασίες, αποδεικνύεται, λόγω του διογκωμένου και συνάμα άκαμπτου κόστους της, μη ανταγωνιστική σε σχέση με την αυτοματοποίηση και γενικά με μια νέα αλληλουχία εφαρμογών της επιστήμης στην παραγωγή. Η εργασία δείχνει έτσι το πρόσωπο του υπερβολικού κοινωνικού κόστους, της έμμεσης βοήθειας, συγκαλυμμένης και υπερδιαμεσολαβημένης. Το να έχουμε καταστήσει τις φυσικές εργασίες ριζικά "αντιοικονομικές", ωστόσο, είναι το εξαιρετικό αποτέλεσμα πολυετών αγώνων των εργαζομένων -και αυτό σίγουρα δεν είναι κάτι για το οποίο πρέπει να ντρεπόμαστε. Το κίνημα του '77, επαναλαμβάνω, έκανε στιγμιαία αυτό το αποτέλεσμα δικό του, καταδεικνύοντας με τον δικό του τρόπο τον κοινωνικά παρασιτικό χαρακτήρα της εργασίας υπό το αφεντικό. Από πολλές απόψεις ήταν ένα κίνημα στο απόγειο του νεοφιλελεύθερου νέου κύματος: αντιμετώπισε τα ίδια προβλήματα που θα αντιμετώπιζε αργότερα ο νεοφιλελευθερισμός, αλλά αναζήτησε διαφορετικές λύσεις. Έψαχνε για διεξόδους, αλλά δεν τις βρήκε, και γρήγορα κατέρρευσε. Ακόμη και αν παρέμεινε μόνο ένα σύμπτωμα, ωστόσο, το κίνημα αυτό αντιπροσώπευε τη μόνη δικαίωση μιας εναλλακτικής πορείας για τη διαχείριση της φάσης του τέλους της "πλήρους απασχόλησης".


Θέση 2

Αφού συνέβαλε τόσο στην εξόντωση (συμπεριλαμβανομένης της στρατιωτικής καταστροφής) των ταξικών κινημάτων όσο και στην πρώτη φάση της βιομηχανικής ανασυγκρότησης, η ιστορική Αριστερά αποκλείστηκε σταδιακά από την πολιτική σκηνή. Το 1979, η κυβέρνηση των "ευρέων συμφωνιών" (που ονομάστηκε επίσης κυβέρνηση της "εθνικής αλληλεγγύης"), η οποία υποστηρίχθηκε ανεπιφύλακτα από το Κομμουνιστικό Κόμμα και το συνδικάτο του, έφτασε στο τέλος της. Η εξουσία της πολιτικής πρωτοβουλίας επέστρεψε εξ ολοκλήρου στα χέρια των μεγάλων επιχειρήσεων και των κεντρώων κομμάτων.

Σαν να έπαιζαν ένα κλασικό πλέον σενάριο, οι ρεφορμιστικές εργατικές οργανώσεις συνδιαλέχθηκαν προς την κατεύθυνση του κράτους σε μια μεταβατική φάση, που χαρακτηριζόταν από ένα "όχι πια" (όχι πια το φορντιστικό-κεϋνσιανό μοντέλο) και ένα "όχι ακόμα" (όχι ακόμα η πλήρης ανάπτυξη της δικτυακής επιχείρησης, της άυλης εργασίας και των τεχνολογιών των υπολογιστών). Η πολιτική της μετάβασης στόχευε στην ανάσχεση και την εκ νέου πίεση της κοινωνικής ανυπακοής. Στη συνέχεια, μόλις ξεκίνησε ο νέος κύκλος ανάπτυξης, οι μαζικοί εργάτες της γραμμής συναρμολόγησης έχασαν οριστικά το βάρος τους τόσο σε σχέση με την πολιτική όσο και με τις συμβατικές διαπραγματεύσεις. Η επίσημη Αριστερά έγινε ένα ανίσχυρο κέλυφος, που έπρεπε να απορριφθεί το συντομότερο δυνατό. 246, 7

Η παρακμή του Κομμουνιστικού Κόμματος έχει τις ρίζες της στα τέλη της δεκαετίας του 1970. Είναι μια "δυτική" ιστορία, μια ιταλική ιστορία, που συνδέεται με τη νέα διαμόρφωση των εργασιακών διαδικασιών. Μόνο μια οπτική αυταπάτη έκανε να φαίνεται ότι αυτή η παρακμή, που το 1990 οδήγησε στη διάλυση του Κομμουνιστικού Κόμματος και στη δημιουργία του Δημοκρατικού Κόμματος της Αριστεράς (PDS), προκλήθηκε από τη συγχώνευση του Κόμματος με τον "πραγματικό σοσιαλισμό" της Ανατολικής Ευρώπης και έτσι επισπεύσθηκε από την πτώση του Τείχους του Βερολίνου. Η συμβολική κύρωση της ήττας που υπέστη η ιστορική Αριστερά συνέβη πραγματικά στα μέσα της δεκαετίας του 1980. Το 1984, η κυβέρνηση υπό την ηγεσία του Bettino Craxi κατάργησε το "σημείο απρόβλεπτου", δηλαδή τον μηχανισμό με τον οποίο οι μισθοί αναπροσαρμόζονταν αυτόματα στον πληθωρισμό. Το Κομμουνιστικό Κόμμα εισήγαγε δημοψήφισμα για την επαναφορά αυτού του σημαντικού στόχου που είχε κερδηθεί από τους αγώνες των συνδικάτων τη δεκαετία του 1970. Το δημοψήφισμα πραγματοποιήθηκε το 1985 και έχασε με συντριπτική πλειοψηφία. Η συνέπεια αυτής της πανωλεθρίας ήταν ότι από εκείνο το σημείο και μετά το Κόμμα και το συνδικάτο του πήραν μόνο "ρεαλιστικές" θέσεις, σε συνεργασία με την κυβέρνηση, για τους μισθούς και την εργάσιμη ημέρα. Από το 1985 και μετά, δεν υπήρχε πια "σοσιαλδημοκρατική" ή "συνδικαλιστική" προστασία των ματεριακών συνθηκών της εξαρτημένης εργασίας. Η μεταφορντική εργατική τάξη θα έπρεπε να ζήσει την πρώτη της περίοδο χωρίς να μπορεί να υπολογίζει στο "δικό της" κόμμα ή στο "δικό της" συνδικάτο. Αυτό δεν είχε συμβεί ποτέ στην Ευρώπη από τις ημέρες της πρώτης βιομηχανικής επανάστασης.



ΔεύτερηΠαρεκκβαση: Αλλαγές στη σκηνή του εργοστασίου αυτοκινήτων της Fiat τη δεκαετία του 1980

Οι αλλαγές στο εργοστάσιο αυτοκινήτων της Fiat στα τέλη της δεκαετίας του 1970 και στις αρχές της δεκαετίας του 1980 καταδεικνύουν με υποδειγματική σαφήνεια την άγρια "διαλεκτική" που λειτουργούσε ανάμεσα στον συγκρουσιακό αυθορμητισμό του νεαρού εργατικού δυναμικού, του Κομμουνιστικού Κόμματος και μιας επιχείρησης που ετοιμαζόταν να αλλάξει τη φυσιογνωμία της. Ως ένα είδος μικρόκοσμου, η Fiat προέβλεψε και περιέλαβε τη "μεγάλη μεταμόρφωση" που επρόκειτο να βιώσει η Ιταλία. Ήταν μια πράξη, χωρισμένη σε τρεις σκηνές.

Σκηνή 1: Τον Ιούλιο του 1979 η παραγωγή της Fiat διακόπηκε από μια βίαιη απεργία που από πολλές απόψεις έμοιαζε με πραγματική κατάληψη του εργοστασίου. Ήταν η κορυφαία στιγμή μιας διαμάχης για μια συνολική σύμβαση εργασίας, αλλά πάνω απ' όλα ήταν το τελευταίο μεγάλο επεισόδιο της εργατικής επίθεσης της δεκαετίας του 1970. Οι δέκα χιλιάδες νέοι εργάτες που είχαν αρχίσει να εργάζονται στη Fiat μόλις τα προηγούμενα δύο χρόνια ήταν από τους πιο ενεργούς συμμετέχοντες. Επρόκειτο για "εκκεντρικούς" εργάτες, παρόμοιους από κάθε άποψη (νοοτροπία, σχολική εκπαίδευση και μητροπολιτικές συνήθειες) με τους φοιτητές και τους εργάτες με ασταθή απασχόληση που είχαν γεμίσει τους δρόμους το 1977. Οι νέοι εργάτες αυτοπροσδιορίζονταν από το επιμελές σαμποτάζ τους στους ρυθμούς της εργασίας: Η "βραδύτητα" ήταν το πάθος τους. Με τον αποκλεισμό του εργοστασίου της Fiat ήθελαν να επιβεβαιώσουν την "πορώδη" ή την ελαστικότητα του χρόνου παραγωγής. Το Κομμουνιστικό Κόμμα και το συνδικάτο τους αποκήρυξαν, καταδικάζοντας ανοιχτά την αποστροφή τους προς την εργασία. Σκηνή 2: Το φθινόπωρο του 1979, η Fiat εξαπέλυσε αντεπίθεση, απολύοντας εξήντα έναν εργάτες που ήταν οι ιστορικοί ηγέτες των αγώνων στο χώρο του εργοστασίου. Πρέπει να σημειωθεί, ωστόσο, ότι οι εργάτες δεν απολύθηκαν με το πρόσχημα κάποιου επιχειρηματικού λόγου. Ο επίσημος λόγος για το μέτρο ήταν η εικαζόμενη εμπλοκή των εξήντα ενός εργατών με την "τρομοκρατία". Λίγη σημασία είχε το γεγονός ότι οι δικαστές δεν είχαν συγκεκριμένα στοιχεία για να χρησιμοποιήσουν στη δίωξη των υπόπτων. Η εταιρεία "ήξερε" και αυτό ήταν αρκετό. Αυτό το επεισόδιο των εξήντα ενός απολυμένων εργατών ήταν σε απόλυτη αρμονία με την κυβέρνηση της "εθνικής αλληλεγγύης" και τη στρατηγική της να εξισώνει όλους τους εξωθεσμικούς κοινωνικούς αγώνες με την ένοπλη εξέγερση. Το Κομμουνιστικό Κόμμα και το συνδικάτο υποστήριξαν την απόφαση της Fiat, περιορίζοντας την κριτική σε λίγους για κακές λεπτομέρειες.


Σκηνή 3:

Ένα χρόνο αργότερα, το φθινόπωρο του 1980, η Fiat παρουσίασε ένα σχέδιο αναδιάρθρωσης που προέβλεπε τριάντα χιλιάδες απολύσεις. Το φορντιστικό εργοστάσιο επρόκειτο να διαλυθεί και να γίνει χώρος για μελλοντική βιομηχανική αρχαιολογία. Ακολούθησε μια απεργία τριάντα πέντε ημερών στην οποία το Κομμουνιστικό Κόμμα, το οποίο είχε πλέον αποχωρήσει από τον κυβερνητικό συνασπισμό, έριξε όλη την οργανωτική του δύναμη. Ο γενικός γραμματέας του κόμματος, Enrico Berlinguer, πραγματοποίησε συνέλευση στις πύλες του εργοστασίου - ένα γεγονός που τα επόμενα χρόνια έγινε αντικείμενο λατρείας από τους αγωνιστές της επίσημης Αριστεράς. Αλλά ήταν ήδη πολύ αργά. Υποστηρίζοντας την αποπομπή των εξήντα ενός εργατικών ηγετών και καταδικάζοντας και καταστέλλοντας τον αυθόρμητο αγώνα των νεοπροσληφθέντων εργατών, το Κομμουνιστικό Κόμμα και το συνδικάτο είχαν καταστρέψει την εργατική οργάνωση στο εργοστάσιο. Με άλλα λόγια, είχαν πριονίσει το άκρο πάνω στο οποίο και οι ίδιοι, παρ' όλα αυτά, κάθονταν. Μόνο μια ανέντιμη ή αυτοεξαπατώμενη ιστοριογραφία θα μπορούσε να ισχυριστεί ότι η απεργία των τριάντα πέντε ημερών ήταν ο αποφασιστικός αγώνας, το γεγονός της καμπής. Στην πραγματικότητα, όλα είχαν διαδραματιστεί νωρίτερα, μεταξύ 1977 και 1979. Για να κερδίσει τη διαμάχη, η Fiat μπορούσε να βασιστεί στη μαζική της βάση: τους εργάτες μεσαίου επιπέδου, τους εργοδηγούς και τους υπαλλήλους γραφείου. Τον Οκτώβριο του 1980, η Fiat οργάνωσε μια πορεία στο Τορίνο ενάντια στη συνέχιση της απεργίας των εργατών και προσέλκυσε ένα μεγάλο κοινό σαράντα χιλιάδων διαδηλωτών. Το σχέδιο αναδιάρθρωσης της Fiat πέρασε.


Θέση 3

Μεταξύ 1984 και 1989, η ιταλική οικονομία γνώρισε μια σύντομη χρυσή εποχή. Οι δείκτες παραγωγικότητας αυξάνονταν συνεχώς, οι εξαγωγές επεκτείνονταν και το χρηματιστήριο [48, 9 ] παρουσίαζε συνεχή ανάπτυξη. Η αντεπανάσταση ξεδίπλωσε το πρότυπο που ήταν τόσο αγαπητό στον άρρωστο Ναπολέοντα μετά το 1848: Enrichissez-vous, πλουτίστε τους εαυτούς σας. Οι κορυφαίοι τομείς της έκρηξης ήταν τα ηλεκτρονικά, η βιομηχανία επικοινωνιών (ήταν τα χρόνια κατά τα οποία η εταιρεία του Silvio Berlusconi, η Fininvest, αναπτύχθηκε πάρα πολύ), η εκλεπτυσμένη χημική βιομηχανία, η "μεταμοντέρνα" κλωστοϋφαντουργία όπως η Benetton (η οποία οργανώνει άμεσα την εμπορία του προϊόντος) και οι επιχειρήσεις που προμηθεύονται υπηρεσίες και στοιχεία υποδομής. Ακόμα και η αυτοκινητοβιομηχανία, μόλις συρρικνώθηκε και αναδιαρθρώθηκε, συσσώρευσε εξαιρετικά κέρδη για αρκετά χρόνια.

Η φύση της αγοράς εργασίας άλλαξε δραστικά αυτά τα χρόνια. Η απασχόληση ήταν λιγότερο θεσμοθετημένη και βραχυπρόθεσμη. Υπήρξε τεράστια ανάπτυξη της "γκρίζας ζώνης" της ημιαπασχόλησης και της διαλείπουσας ή βραχυχρόνιας εργασίας. Αυτό οδήγησε στην ταχεία εναλλαγή της υπερεκμετάλλευσης και της αδράνειας. Συνολικά, η ζήτηση για βιομηχανική εργασία μειώθηκε. Ο Μαρξ, όταν έγραφε για τον "υπερπληθυσμό" ή τον "εφεδρικό στρατό της μισθωτής εργασίας" (εν συντομία, για τους ανέργους), διέκρινε τρεις τύπους: ρευστό υπερπληθυσμό (σήμερα θα το ονομάζαμε αυτό τζίρο, πρόωρες συνταξιοδοτήσεις κ.ο.κ.), λανθάνουσα υπερπληθυσμό (στον οποίο η τεχνολογική καινοτομία θα μπορούσε να μειώσει την εργασία ανά πάσα στιγμή) και στάσιμο υπερπληθυσμό (που περιλαμβάνει την παράνομη εργασία, την υπόγεια εργασία και την εργασία χωρίς εργασιακή ασφάλεια). Θα μπορούσαμε να πούμε ότι, ξεκινώντας από τα μέσα της δεκαετίας του 1980, οι έννοιες με τις οποίες ο Μαρξ ανέλυσε τον βιομηχανικό εφεδρικό στρατό εφαρμόστηκαν τώρα αντί για τον τρόπο ύπαρξης της ίδιας της εργατικής τάξης. Το σύνολο της απασχολούμενης εργατικής δύναμης βίωνε τη δομική συνθήκη του "υπερπληθυσμού" (είτε ρευστού, είτε λανθάνοντος, είτε στάσιμου). Η εργατική δύναμη ήταν πάντα δυνητικά περιττή.

Η έννοια του "επαγγελματισμού" επαναπροσδιορίστηκε έτσι ριζικά. Αυτό που εκτιμάται και απαιτείται από τον μεμονωμένο εργαζόμενο δεν περιλαμβάνει πλέον τις "αρετές" που παραδοσιακά αποκτώνται στον εργασιακό χώρο ως αποτέλεσμα της βιομηχανικής πειθαρχίας. Οι πραγματικά αποφασιστικές ικανότητες που απαιτούνται για την ολοκλήρωση των καθηκόντων που απαιτεί η μεταφορντική παραγωγή είναι αυτές που αποκτώνται εκτός των διαδικασιών της άμεσης παραγωγής, στον "κόσμο της ζωής". Με άλλα λόγια, ο επαγγελματισμός δεν έχει γίνει πλέον τίποτε άλλο από μια γενική κοινωνικότητα, μια ικανότητα διαμόρφωσης διαπροσωπικών σχέσεων, μια ικανότητα για την κατάκτηση πληροφοριών και την ερμηνεία γλωσσικών μηνυμάτων και μια ικανότητα προσαρμογής σε συνεχείς και ξαφνικές ανακατατάξεις. Το κίνημα του '77 τέθηκε έτσι σε λειτουργία. Ο νομαδισμός του, η απέχθειά του για μια σταθερή δουλειά, η επιχειρηματική του αυτάρκεια, ακόμη και η προτίμησή του για ατομική αυτονομία και πειραματισμό, συγκεντρώθηκαν στην καπιταλιστική οργάνωση της παραγωγής. Αρκεί, για παράδειγμα, να αναφέρουμε τη μαζική ανάπτυξη στην Ιταλία τη δεκαετία του 1980 της "αυτόνομης εργασίας", ή μάλλον του συνόλου των μικροεπιχειρήσεων, οι οποίες μερικές φορές ήταν κάτι περισσότερο από οικογενειακές επιχειρήσεις, που ιδρύθηκαν από εκείνους που προηγουμένως ήταν εξαρτημένοι εργαζόμενοι. Αυτή η "αυτόνομη εργασία" είναι πράγματι η συνέχεια της μετανάστευσης μακριά από το καθεστώς του εργοστασίου που ξεκίνησε το '77, αλλά είναι αυστηρά υποταγμένη στις μεταβλητές απαιτήσεις των μεγάλων επιχειρήσεων -ή, ακριβέστερα, είναι ο συγκεκριμένος τρόπος με τον οποίο οι μεγαλύτεροι ιταλικοί βιομηχανικοί όμιλοι κατάφεραν να ξεφύγουν από ένα μέρος του κόστους παραγωγής τους. Η αυτόνομη εργασία συμπίπτει σχεδόν πάντα με εξαιρετικά υψηλά επίπεδα αυτοεκμετάλλευσης.


Θέση 4

Το Σοσιαλιστικό Κόμμα (PSI), με επικεφαλής τον Bettino Craxi, ο οποίος διετέλεσε πρωθυπουργός από το 1983 έως το 1987, ήταν για ένα σημαντικό χρονικό διάστημα η πολιτική οργάνωση που κατανόησε και ερμήνευσε καλύτερα τον παραγωγικό, κοινωνικό και πολιτισμικό μετασχηματισμό που συντελούνταν στην Ιταλία.

Στα τέλη της δεκαετίας του 1970 και στις αρχές της δεκαετίας του 1980, το Σοσιαλιστικό Κόμμα, στην προσπάθειά του να διασφαλίσει την επιβίωσή του, διεξήγαγε ένα είδος ανταρτοπόλεμου ενάντια στη συνεπή πολιτική των δύο μεγάλων κομμάτων, των Χριστιανοδημοκρατών και των Κομμουνιστών, για την αναζήτηση συμφωνίας σε μείζονα νομοθετικά και κυβερνητικά ζητήματα. Για το λόγο αυτό, κατά την περίοδο που ο Άλντο Μόρο κρατούνταν αιχμάλωτος από τις Ερυθρές Ταξιαρχίες, ο Craxi αντιτάχθηκε στη γραμμή χωρίς συμβιβασμούς (που προωθούσαν οι κομμουνιστές και αποδέχονταν οι Χριστιανοδημοκράτες), υποστηρίζοντας αντίθετα τις διαπραγματεύσεις με τους τρομοκράτες για την απελευθέρωση του ομήρου. Για τον ίδιο λόγο, το Σοσιαλιστικό Κόμμα αντιτάχθηκε στους ειδικούς νόμους για τη δημόσια τάξη, στη λογική της "έκτακτης ανάγκης" και στον περιορισμό των πολιτικών ελευθεριών προκειμένου να καταπολεμηθούν οι παράνομες ένοπλες ομάδες. Προκειμένου να ξεφύγει από τον ασφυκτικό εναγκαλισμό των δύο μεγάλων εταίρων του (των κομμουνιστών και των χριστιανοδημοκρατών), το Σοσιαλιστικό Κόμμα τοποθετήθηκε ως ένα πολιτικό στοιχείο που αρνήθηκε να προσκυνήσει τους "λόγους του κράτους". Οι ειδωλολάτρες δεν θα τους συγχωρήσουν ποτέ. Ως αποτέλεσμα αυτών των μάλλον ελευθεριακών θέσεων, το Σοσιαλιστικό Κόμμα κέρδισε την εύνοια ορισμένων στοιχείων που είχαν συμμετάσχει προηγουμένως στην άκρα Αριστερά, εκτός από διάφορα άλλα κοινωνικά υποκείμενα που είχαν ανθίσει κατά μήκος του αρχιπελάγους του κινήματος του '77.

Για αρκετά χρόνια το Σοσιαλιστικό Κόμμα κατόρθωσε να προσφέρει μια μερική πολιτική εκπροσώπηση στα στρώματα της εξαρτημένης εργασίας που ήταν το συγκεκριμένο αποτέλεσμα της καπιταλιστικής αναδιαμόρφωσης της παραγωγής. Ειδικότερα, επηρέασε και προσέλκυσε τη "μαζική διανόηση" - με άλλα λόγια, εκείνους που εργάζονται παραγωγικά με πρώτες ύλες τη γνώση, την πληροφόρηση και την επικοινωνία. Θέλω να είμαι σαφής σε αυτό το σημείο. Υπάρχουν αρκετά παραδείγματα σε διαφορετικές περιόδους και διαφορετικά εθνικά πλαίσια όπου τα αντιδραστικά κόμματα αποτελούνταν από αγρότες ή ανέργους [250, 1] - σκεφτείτε, για παράδειγμα, το λαϊκιστικό κίνημα στις Ηνωμένες Πολιτείες στα τέλη του δέκατου ένατου αιώνα. Με τον ίδιο τρόπο, στην Ιταλία της δεκαετίας του 1980, το Σοσιαλιστικό Κόμμα ήταν το αντιδραστικό κόμμα της μαζικής διανόησης. Αυτό σημαίνει ότι δημιούργησε μια αποτελεσματική σύνδεση με την κατάσταση, τη νοοτροπία, τις επιθυμίες και τις μορφές ζωής αυτής της εργατικής δύναμης, αλλά τα έστρεψε όλα προς τα δεξιά. Η σύνδεση ήταν πραγματική και η στροφή αλάνθαστη. Αν αγνοήσει κανείς μία από αυτές τις πτυχές, το όλο φαινόμενο γίνεται ακατανόητο.

Το Σοσιαλιστικό Κόμμα οργάνωσε τα υψηλότερα στοιχεία (από άποψη θέσης και εισοδήματος) της μαζικής διανόησης ενάντια στην υπόλοιπη εξαρτημένη εργατική δύναμη. Αρθρώθηκε σε ένα νέο σύστημα ιεραρχιών και προκρίθηκε η υπεροχή της γνώσης και της πληροφορίας στην παραγωγική διαδικασία. Προώθησε μια κουλτούρα στην οποία η "διαφορά" έγινε συνώνυμη της ανισότητας, της κοινωνικής θέσης και της καταπίεσης, τρέφοντας τον μύθο του "λαϊκού φιλελευθερισμού".



Θέση 5

Σε αντίθεση με ό,τι συνέβη στη Γαλλία και τις Ηνωμένες Πολιτείες, στην Ιταλία η λεγόμενη μεταμοντέρνα σκέψη δεν είχε θεωρητική συνοχή, αλλά άμεση πολιτική σημασία. Πιο συγκεκριμένα, υπήρξε ένα είδος σκέψης εν μέρει παρηγορητικής (επειδή προσπάθησε να καταδείξει την "αναγκαιότητα" της ήττας των ταξικών κινημάτων της δεκαετίας του 1970) και εν μέρει απολογητικής (επειδή δεν κουράστηκε ποτέ να υμνεί την παρούσα κατάσταση των πραγμάτων, εξυμνώντας τις δυνατότητες που ενυπάρχουν στην "κοινωνία της γενικευμένης επικοινωνίας"). Η μεταμοντέρνα σκέψη προσέφερε μια μαζική ιδεολογία στην αντεπανάσταση της δεκαετίας του 1980. Όλη η συζήτηση για το "τέλος της ιστορίας" δημιούργησε στην Ιταλία μια ευφορική παραίτηση. Ο αδιάκριτος ενθουσιασμός για τον πολλαπλασιασμό των τρόπων ζωής και των πολιτιστικών στυλ αποτελούσε ένα μικρό μεταφυσικό προ-αποθετήριο, απόλυτα λειτουργικό για την επιχείρηση δικτύου, τις ηλεκτρονικές τεχνολογίες και την αιώνια ανασφάλεια της εργασιακής σχέσης. Οι μεταμοντέρνοι ιδεολόγοι, που συχνά δρούσαν στα μέσα ενημέρωσης, ανέλαβαν το ρόλο της επιβολής μιας άμεσης ηθικοπολιτικής κατεύθυνσης στη μεταφορντική εργατική εξουσία, καλύπτοντας ως ένα βαθμό τη λειτουργία που παραδοσιακά έπαιζαν οι κομματικοί αξιωματούχοι.


Τρίτο Παρεκβαση: Ιταλική ιδεολογία

Στη δεκαετία του 1980, οι κυρίαρχες ιδέες πολλαπλασιάστηκαν, διαφοροποιήθηκαν και εκφράστηκαν σε χίλιες και μία διαλέκτους, ενίοτε πικρά η μία εναντίον της άλλης. Η καπιταλιστική νίκη στο τέλος της προηγούμενης δεκαετίας επέτρεψε έναν αχαλίνωτο πλουραλισμό: "Υπάρχει χώρος πίσω", όπως λέει η πινακίδα στο λεωφορείο. Και όμως, η ενασχόληση με την "ιταλική ιδεολογία" απαιτεί να εντοπίσουμε αυτή την αυτοϊκανοποιημένη διάσπαση σε ένα ενιαίο κέντρο βάρους, σε στέρεες κοινές προϋποθέσεις. Σημαίνει να διερευνήσουμε τις διασταυρώσεις, τις συνενοχές και τις συμπληρωματικότητες μεταξύ θέσεων που είναι φαινομενικά πολύ μακριά.

Πώς η ιταλική κουλτούρα της δεκαετίας του 1980 μοιάζει με σκηνή φάτνης, με γαϊδούρια, Μάγους, βοσκούς, αγία οικογένεια και ούτω καθεξής - διάφορες μάσκες για ένα ενιαίο θέαμα; Μια πτυχή είναι η διαδεδομένη τάση να φυσικοποιούνται οι διάφορες κοινωνικές δυναμικές. Για άλλη μια φορά η κοινωνία αναδιαμορφώθηκε ως μια "δεύτερη φύση" προικισμένη με ακατονόμαστους αντικειμενικούς νόμους. Αυτό που διαφέρει, και αυτό είναι το πραγματικά αξιοσημείωτο σημείο, είναι ότι στις καθημερινές κοινωνικές σχέσεις εφαρμόζονται τα μοντέλα, οι κατηγορίες και οι μεταφορές της μετακλασικής επιστήμης: Η θερμοδυναμική του Prigogine αντί της νευτώνειας γραμμικής αιτιότητας, η κβαντική φυσική στη θέση της παγκόσμιας βαρύτητας και ο σοφιστικέ βιολογισμός της θεωρίας συστημάτων του Luhmann αντί του "μύθου των μελισσών" του Mandeville. Τα ιστορικο-κοινωνικά φαινόμενα ερμηνεύονται με βάση έννοιες όπως η εντροπία, τα φράκταλ και η αυτοποίηση. Οι κοινωνικές συνθέσεις προτείνονται με βάση την αρχή της απροσδιοριστίας και το παράδειγμα της αυτοαναφορικότητας.

Η μεταμοντέρνα ιταλική ιδεολογία προϋποθέτει την κοινωνιολογική χρήση της κβαντικής φυσικής και την ερμηνεία των παραγωγικών δυνάμεων ως αιτιώδης κινητήρας των στοιχειωδών σωματιδίων. Αλλά από πού προέρχεται αυτή η ανανεωμένη τάση να αντιμετωπίζεται η κοινωνία ως φυσική τάξη; Και το σημαντικότερο, αν εφαρμοστεί στις κοινωνικές σχέσεις, τι είδους έκτακτες μεταλλάξεις είναι αυτές οι απροσδιόριστες και αυτοαναφορικές έννοιες της σύγχρονης φυσικής επιστήμης, που είναι ταυτόχρονα σύμπτωμα και μυστικοποίηση; Μπορούμε να διακινδυνεύσουμε αυτή τη δοκιμαστική απάντηση: η μεγάλη καινοτομία που υποκρύπτει αυτή η πρόσφατη και πολύ συγκεκριμένη φυσικοποίηση της ιδέας της κοινωνίας έχει να κάνει με το ρόλο της εργασίας. Η αδιαφάνεια που φαίνεται να αφορά τις συμπεριφορές των ατόμων και των ομάδων απορρέει από τη φθίνουσα σημασία της εργασίας (βιομηχανικής, χειρωνακτικής και επαναλαμβανόμενης εργασίας) τόσο στην παραγωγή πλούτου όσο και στη διαμόρφωση ταυτοτήτων, "εικόνων του κόσμου" και αξιών. Αυτή η "αδιαφάνεια" είναι σίγουρα κατάλληλη για μια απροσδιοριστική αναπαράσταση. Ενώ η εργασία χάνει τη λειτουργία της ως πρωταρχικός κοινωνικός σύνδεσμος, καθίσταται αδύνατο να εντοπιστεί η "θέση" των απομονωμένων σωμάτων, η "κατεύθυνσή" τους ή το αποτέλεσμα των μεταξύ τους ενεργειών. Η απροσδιοριστία επιτείνεται, εξάλλου, από το γεγονός ότι η μεταφορντική παραγωγική δραστηριότητα δεν διαμορφώνεται πλέον ως μια σιωπηλή αλυσίδα αιτίου και αποτελέσματος, προγενέστερων και επόμενων, αλλά μάλλον μέσω της γλωσσικής επικοινωνίας, και επομένως μέσω μιας διαδραστικής συσχέτισης στην οποία κυριαρχεί η ταυτόχρονη ύπαρξη και δεν υπάρχει μονοσήμαντη αιτιώδης κατεύθυνση. Η ιταλική ιδεολογία ("αδύναμη σκέψη", η αισθητική του θραύσματος, [252, 3] η κοινωνιολογία της "πολυπλοκότητας" κ.ο.κ.) αντιλαμβάνεται, αλλά και υποβαθμίζει στη φύση, τη νέα σύνδεση της γνώσης, της επικοινωνίας και της παραγωγής.


Θέση 6

Ποιες είναι οι μορφές αντίστασης στην αντεπανάσταση; Και ποιες είναι οι συγκρούσεις που αναδύονται από το νέο ιταλικό κοινωνικό τοπίο, το οποίο η αντεπανάσταση έχει ορίσει τόσο εμφανώς; Θα ήταν χρήσιμο, πρώτα απ' όλα, να ξεκαθαρίσουμε ένα αρνητικό σημείο: στον κατάλογο αυτών των μορφών και συγκρούσεων δεν περιλαμβάνεται η πρακτική των Ιταλών Πρασίνων. Ενώ στη Γερμανία και αλλού ο οικολογισμός κληρονόμησε θέματα και ζητήματα από το 1968, στην Ιταλία αντίθετα ο οικολογισμός γεννήθηκε ενάντια στους ταξικούς αγώνες της δεκαετίας του 1970. Ήταν ένα μετριοπαθές πολιτικό κίνημα, γεμάτο από εκείνους που είχαν αποκηρύξει και καταγγείλει τη ριζοσπαστική δράση. Άλλες συλλογικές εμπειρίες των τελευταίων χρόνων θα μας φανούν πιο χρήσιμες εδώ: πρώτον, τα "κοινωνικά κέντρα" που ιδρύθηκαν από νέους σε όλη την Ιταλία, δεύτερον, οι επιτροπές της εξωσυνδικαλιστικής βάσης που δημιουργήθηκαν στους χώρους εργασίας από τα μέσα της δεκαετίας του '80 και τρίτον, το φοιτητικό κίνημα που το 1990 παρέλυσε για αρκετούς μήνες την πανεπιστημιακή δραστηριότητα, αντιμετωπίζοντας κριτικά τον "σκληρό πυρήνα" του μεταφορντισμού, ή μάλλον την κεντρική θέση της γνώσης στην παραγωγική διαδικασία.

Τα κοινωνικά κέντρα, τα οποία αναπτύχθηκαν σε όλη τη χώρα από τις αρχές της δεκαετίας του 1980, έδωσαν σώμα σε μια επιθυμία για απόσχιση-απόσχιση από τις κυρίαρχες μορφές ζωής, από τους μύθους και τις τελετουργίες των νικητών και από το θόρυβο των μέσων ενημέρωσης. Αυτή η απόσχιση εκφράζεται ως μια εκούσια περιθωριοποίηση, ένα αυτοεπιβαλλόμενο γκέτο, ένας κόσμος ξεχωριστός. Συγκεκριμένα, ένα "κοινωνικό κέντρο" είναι ένα άδειο κτίριο που καταλαμβάνεται από νέους και μετατρέπεται σε χώρο εναλλακτικών δραστηριοτήτων, όπως συναυλίες, θέατρο, συλλογική καφετέρια, βοήθεια για ξένους μετανάστες και δημόσιες συζητήσεις. Σε ορισμένες περιπτώσεις, τα κέντρα έχουν δώσει λαβή σε μικρές καλλιτεχνικές επιχειρήσεις, θυμίζοντας το παλιό μοντέλο του σοσιαλιστικού "συνεταιρισμού" των αρχών του αιώνα. Σε γενικές γραμμές, ωστόσο, προώθησαν (ή στην πραγματικότητα μόνο υπαινίχθηκαν) ένα είδος δημόσιας σφαίρας που δεν φιλτράρεται από τους κρατικούς μηχανισμούς. Με τον όρο δημόσια σφαίρα εννοώ ένα περιβάλλον ελεύθερης συζήτησης για ζητήματα κοινού ενδιαφέροντος, από την εθνική οικονομική κρίση μέχρι το αποχετευτικό σύστημα της γειτονιάς, από τους πολέμους στην πρώην Γιουγκοσλαβία μέχρι τα προσωπικά προβλήματα με τα ναρκωτικά. Τα τελευταία χρόνια, ένας μεγάλος αριθμός των κέντρων έχει αξιοποιήσει τα εναλλακτικά δίκτυα υπολογιστών που κυκλοφορούν πολιτικά έγγραφα, ψίθυρους και κραυγές από το κοινωνικό "υπόγειο", ειδήσεις από κοινωνικούς αγώνες και προσωπικά μηνύματα. Συνολικά, η εμπειρία των κοινωνικών κέντρων ήταν μια προσπάθεια να δοθεί αυτόνομη φυσιογνωμία και θετικό περιεχόμενο στον αυξανόμενο χρόνο της μη εργασίας. Η προσπάθεια αυτή εμποδίστηκε, ωστόσο, από την τάση να κατασκευαστεί αυτό που στην Ιταλία φαντάζεται ως "ινδιάνικος καταυλισμός", ένα είδος ξεχωριστής και απομονωμένης κοινότητας, η οποία, σχεδόν πάντα, σημάδεψε (και στεναχώρησε) την εμπειρία. Οι επιτροπές εργατικής βάσης, γνωστές ως Cobas (Comitati di base)σχηματίστηκαν αρχικά μεταξύ των εκπαιδευτικών (των οποίων η αξιομνημόνευτη και νικηφόρα εργατική διαμάχη σταμάτησε τα σχολεία το 1987), των σιδηροδρομικών και των υπαλλήλων των δημόσιων υπηρεσιών. Στη συνέχεια, οι Cobas εξαπλώθηκαν σε ορισμένο αριθμό εργοστασίων (ιδίως στο εργοστάσιο της Alfa Romeo, όπου υπονόμευσαν το παραδοσιακό συνδικάτο (CGIL) στις εσωτερικές εκλογές). Οι επιτροπές βάσης οδήγησαν αρκετές σχετικά σοβαρές συγκρούσεις για τους μισθούς και τις συνθήκες εργασίας. Αρνούνται να θεωρηθούν "νέο συνδικάτο", επιδιώκοντας μάλλον να συνδεθούν με τα κοινωνικά κέντρα και τους φοιτητές και επιχειρώντας έτσι να σκιαγραφήσουν ένα περίγραμμα μορφών πολιτικής οργάνωσης στο επίπεδο της μεταφορντικής "πολυπλοκότητας". Δίνουν φωνή, πάνω απ' όλα, σε ένα αίτημα για δημοκρατία. Αυτή η δημοκρατία στρέφεται κατά των νομοθετικών μέτρων που καθ' όλη τη διάρκεια της δεκαετίας του 1980 αναίρεσαν ουσιαστικά το δικαίωμα απεργίας των δημοσίων υπαλλήλων. Απευθύνεται επίσης κατά του συνδικάτου εν γένει, το οποίο, έχοντας εκτοπιστεί από τις νέες παραγωγικές διαδικασίες, επαναπροσδιορίστηκε ως μια αυταρχική κρατική δομή, υιοθετώντας μεθόδους και διαδικασίες αντάξιες μιας μονοπωλιακής εμπιστοσύνης. Η τύχη της Cobas έφτασε στο αποκορύφωμά της το φθινόπωρο του 1992 κατά τη διάρκεια των απεργιών διαμαρτυρίας που ακολούθησαν τον οικονομικό ελιγμό της κυβέρνησης Amato (η οποία μείωσε δραστικά τις "κοινωνικές δαπάνες", τις συντάξεις, την ιατρική βοήθεια κ.ο.κ.). Σε όλες τις μεγάλες ιταλικές πόλεις υπήρξαν βίαιες διαδηλώσεις κατά του συνδικαλιστικού "δωσιλογισμού" και οι αντιδιαδηλώσεις της Cobas διέκοψαν τις συνδικαλιστικές συναντήσεις. Ήταν μια μικρή Τιενανμέν, η οποία άρχισε να ξεκαθαρίζει λογαριασμούς με το "κρατικό μονοπωλιακό συνδικάτο".

Ενώ τα κοινωνικά κέντρα και οι Cobas ενσάρκωναν, περισσότερο ή λιγότερο αποτελεσματικά, τις αρετές της "αντίστασης", το φοιτητικό κίνημα (που ονομάστηκε κίνημα των Πανθήρων επειδή η γέννησή του τον Φεβρουάριο του 1990 συνέπεσε με την ευτυχή φυγή ενός πάνθηρα από τον ρωμαϊκό ζωολογικό κήπο) φάνηκε να παραπέμπει, τουλάχιστον για μια στιγμή, σε μια αληθινή και σωστή "αντεπίθεση" της μαζικής διανόησης. Η συγκυρία μεταξύ γνώσης και παραγωγής, που μέχρι τότε είχε δείξει μόνο το καπιταλιστικό της πρόσωπο, παρουσιάστηκε ξαφνικά ως μοχλός που μπορούσε να χρησιμοποιηθεί για την προώθηση των συγκρούσεων και ως πολύτιμος πολιτικός πόρος. Τα πανεπιστήμια που είχαν καταληφθεί σε ένδειξη διαμαρτυρίας για το κυβερνητικό σχέδιο "ιδιωτικοποίησης" της διδασκαλίας έγιναν, για αρκετούς μήνες, σημείο αναφοράς για εκείνη την άυλη εργασία (ερευνητές, τεχνικοί, ειδικοί στους υπολογιστές, καθηγητές, εργαζόμενοι στην πολιτιστική βιομηχανία κ.ο.κ.) που στις μεγάλες πόλεις εξακολουθούσε να εμφανίζεται μόνο ως διασκορπισμένη σε χίλια ξεχωριστά ρεύματα, χωρίς καμία συλλογική δύναμη. Το κίνημα των Πάνθηρων όμως γρήγορα έσβησε, αποτελώντας κάτι περισσότερο από ένα σύμπτωμα ή έναν οιωνό. Δεν κατόρθωσε να προσδιορίσει τους κατάλληλους 254, 5 στόχους που θα εξασφάλιζαν τη συνέχεια της πολιτικής δράσης. Παρέμεινε παράλυτο, αναλύοντας τον εαυτό του, αναλογιζόμενο τον ίδιο του τον ομφαλό. Η υπνωτική αυτοαναφορικότητα ξεκαθάρισε, ωστόσο, ένα σημαντικό σημείο: προκειμένου η μαζική διανόηση να εισέλθει στην πολιτική σκηνή και να καταστρέψει ό,τι αξίζει να καταστραφεί, δεν μπορεί να περιοριστεί σε μια σειρά αρνήσεων, αλλά ξεκινώντας από τον εαυτό της πρέπει να παραδειγματίσει θετικά μέσω της κατασκευής και του πειραματισμού τι μπορούν να κάνουν οι άνδρες και οι γυναίκες έξω από την καπιταλιστική σχέση.


Θέση 7

Το1989, η κατάρρευση του "πραγματικού σοσιαλισμού" αναστάτωσε το πολιτικό σύστημα στην Ιταλία με πολύ πιο ριζοσπαστικό τρόπο από ό,τι στις άλλες χώρες της Δυτικής Ευρώπης (συμπεριλαμβανομένης της Γερμανίας, παρά τις επιπτώσεις της επανένωσης). Αυτός ο απρόβλεπτος σεισμός, ο οποίος συνέπεσε με βαριά σοκ οικονομικής ύφεσης, εμπόδισε την πλήρη ανάδυση ενός "αντίδοτου" στην καπιταλιστική εποχή της δεκαετίας του 1980, δηλαδή ενός συνόλου κοινωνικών αγώνων που είχαν ως στόχο να επιτύχουν τουλάχιστον μια φυσιολογική επανεξισορρόπηση στην κατανομή του εισοδήματος. Τα μηνύματα που εκτόξευσε το κίνημα Cobas και το κίνημα Panther, αντί να φτάσουν σε ένα κρίσιμο κατώφλι και να εξαπλωθούν σε διαρκείς μαζικές πρακτικές, καλύφθηκαν και βυθίστηκαν από το θόρυβο της θεσμικής αποτυχίας της Ιταλίας. Τα υποκείμενα και οι ανάγκες που προέκυψαν από τον μεταφορντικό τρόπο παραγωγής, μακριά από το να παρουσιάσουν τα αιτήματά τους στον απρόσεκτο μαθητευόμενο μάγο, έπρεπε να φορέσουν παραπλανητικές μάσκες που έκρυβαν τη φυσιογνωμία τους. Η ταχεία ανατροπή της Πρώτης Δημοκρατίας υπερπροσδιόρισε σε σημείο που να κάνει αγνώριστη την ταξική δυναμική της "επιχειρηματικής Ιταλίας" (για να χρησιμοποιήσουμε μια έκφραση αγαπητή στον Σίλβιο Μπερλουσκόνι).

Η πτώση του τείχους του Βερολίνου δεν ήταν η αιτία της ιταλικής θεσμικής κρίσης, αλλά μάλλον η εξωγενής περίσταση στην οποία φάνηκε να ανθίζει και στην οποία έγινε εμφανής σε κάθε παρατηρητή. Το εθνικό πολιτικό σύστημα έπασχε από μια μακροχρόνια ασθένεια που δεν είχε καμία σχέση με τη σύγκρουση Ανατολής-Δύσης -μια ασθένεια της οποίας η επώαση άρχισε τη δεκαετία του 1970. Το σύστημα μαράζωνε από την κατανάλωση: τον μαρασμό της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας, των κανόνων και των διαδικασιών που τη χαρακτηρίζουν, καθώς και των ίδιων των θεμελίων στα οποία στηρίζεται. Η καταστροφή των καθεστώτων της Ανατολικής Ευρώπης είχε μεγαλύτερη επίδραση στην Ιταλία απ' ό,τι αλλού, ακριβώς επειδή προσέφερε το θεατρικό κοστούμι για μια εντελώς διαφορετική τραγωδία, ακριβώς επειδή επικάθισε σε μια κρίση διαφορετικής προέλευσης.

Η παρακμή της κοινωνίας της εργασίας είναι αυτή που έριξε τους μηχανισμούς της πολιτικής αντιπροσώπευσης σε βαθιά αταξία. Στην Ιταλία, από τον Β' Παγκόσμιο Πόλεμο και μετά, η πολιτική αντιπροσώπευση βασιζόταν στην ταυτότητα μεταξύ "παραγωγών" και "πολιτών". Το άτομο εκπροσωπήθηκε στην εργασία και η εργασία εκπροσωπήθηκε στο κράτος- αυτός ήταν ο πρωταρχικός άξονας της βιομηχανικής δημοκρατίας (αλλά και του κράτους της Παγκόσμιας Τράπουλας). Αυτός ο άξονας είχε ήδη καταρρεύσει όταν οι κυβερνήσεις της "εθνικής αλληλεγγύης" στα τέλη της δεκαετίας του 1970 θέλησαν να γιορτάσουν με μισαλλόδοξο ζήλο τις συνεχιζόμενες αξίες του. Ο άξονας κατέρρευσε στα επόμενα χρόνια, όταν ο μεγάλος μετασχηματισμός των παραγωγικών δομών ήταν σε πλήρη εξέλιξη. Το απλώς υπολειμματικό βάρος της προσωποπαγούς εργασίας στην παραγωγή του πλούτου, ο καθοριστικός ρόλος που παίζουν σε αυτήν οι αφηρημένες γνώσεις και η γλωσσική επικοινωνία, καθώς και το γεγονός ότι οι διαδικασίες κοινωνικοποίησης έχουν το κέντρο βάρους τους εκτός του εργοστασίου και του γραφείου -όλα αυτά έκοψαν τους θεμελιώδεις δεσμούς της Πρώτης Δημοκρατίας, η οποία, όπως λέει το ιταλικό Σύνταγμα, "στηρίζεται στην εργασία". Οι μεταφορντικοί εργάτες είναι αυτοί που πρώτοι απομακρύνθηκαν από τη λογική της πολιτικής εκπροσώπησης. Δεν αναγνωρίζουν τον εαυτό τους σε ένα "γενικό συμφέρον" και δεν είναι ποτέ πρόθυμοι να ενταχθούν στην κρατική μηχανή. Με επιφυλακτικότητα ή μίσος, παραμένουν αμήχανα στις παρυφές των πολιτικών κομμάτων, θεωρώντας τα μόνο ως φτηνούς εγγαστρίμυθους των συλλογικών ταυτοτήτων.

Αυτή η κατάσταση ανοίγει δύο δυνατότητες που δεν είναι μόνο διαφορετικές αλλά και εκ διαμέτρου αντίθετες. Η πρώτη είναι η χειραφέτηση της έννοιας της δημοκρατίας από την έννοια της αντιπροσώπευσης, και επομένως η επινόηση και η πρακτική μη αντιπροσωπευτικών μορφών δημοκρατίας. Αυτή δεν είναι, σαφώς, η ψευδής σωτηρία που θα προέκυπτε από μια απλή απλοποίηση της πολιτικής. Αντιθέτως, η μη αντιπροσωπευτική δημοκρατία απαιτεί ένα εξίσου σύνθετο και εξελιγμένο λειτουργικό στυλ. Στην πραγματικότητα, συγκρούεται άμεσα με τους κρατικούς διοικητικούς μηχανισμούς, διαβρώνοντας τα προνόμιά τους και απορροφώντας τις αρμοδιότητές τους. Η προσπάθεια να μεταφραστούν σε πολιτική δράση οι ίδιες αυτές παραγωγικές δυνάμεις -η επικοινωνία, η γνώση, η επιστήμη- είναι αυτό που έχει βαρύτητα στη μεταφορντική παραγωγική διαδικασία. Αυτή η πρώτη δυνατότητα παρέμεινε και θα συνεχίσει να παραμένει στο παρασκήνιο για αρκετό καιρό ακόμη. Αντίθετα, έχει επικρατήσει η αντίθετη δυνατότητα: η δομική αποδυνάμωση της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας έχει αρχίσει να θεωρείται ως ένας τείνων περιορισμός της πολιτικής συμμετοχής, ή μάλλον της δημοκρατίας tout court. Στην Ιταλία, αυτοί που εφαρμόζουν τη θεσμική μεταρρύθμιση έχουν ισχυροποιηθεί μέσω της στέρεης και μη αναστρέψιμης κρίσης της αντιπροσώπευσης, χρησιμοποιώντας την για τη νομιμοποίηση μιας αυταρχικής αναδιοργάνωσης του κράτους.


Θέση 8

Κατά τη διάρκεια της δεκαετίας του 1980 υπήρξαν πολλά και αδιαμφισβήτητα συμπτώματα που έδειχναν το άδοξο τέλος της Πρώτης Δημοκρατίας στην Ιταλία. Η πτώση της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας προαναγγέλθηκε από διάφορα σημάδια, μεταξύ των οποίων τα ακόλουθα:

[256, 7] η "έκτακτη ανάγκη" (δηλαδή η προσφυγή σε ειδικούς νόμους και η συγκρότηση έκτακτων οργανισμών για την εφαρμογή των νόμων αυτών) ως σταθερή μορφή διακυβέρνησης, ως αποδεκτή θεσμική τεχνική για την αντιμετώπιση, κατά καιρούς, του ένοπλου λαθρομετανάστευσης, του δημόσιου χρέους ή των μεταναστευτικών προβλημάτων- η μεταφορά αρκετών λειτουργιών του πολιτικοκοινοβουλευτικού συστήματος στη διοικητική σφαίρα και, ως εκ τούτου, η επικράτηση των γραφειοκρατικών "διαταγμάτων" έναντι των νόμων, η υπέρτατη εξουσία του δικαστή (που επιβεβαιώθηκε κατά την καταστολή της τρομοκρατίας) και ο ρόλος του ως υποκατάστατου της πολιτικής που του δίνει αυτή η εξουσία- και οι ανώμαλες συμπεριφορές του προέδρου Κοσίγκα, ο οποίος στα τελευταία χρόνια της θητείας του άρχισε να ενεργεί "σαν να' ταν" η Ιταλία προεδρική (και όχι κοινοβουλευτική) δημοκρατία.

Μετά την πτώση του Τείχους του Βερολίνου, όλα τα συμπτώματα της επικείμενης κρίσης συμπυκνώθηκαν στην εκστρατεία (που υποστηρίχθηκε σχεδόν ομόφωνα από όλα τα θεσμικά κόμματα από τη Δεξιά έως την Αριστερά) για να κερδηθεί η δημόσια υποστήριξη για την εκκαθάριση του πιο ορατού συμβόλου της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας: το αναλογικό κριτήριο των εκλογών για τη νομοθετική συνέλευση. Το 1993, αφού ένα δημοψήφισμα κατήργησε τα παλαιά πρότυπα, εισήχθη ένα πλειοψηφικό εκλογικό σύστημα. Το γεγονός αυτό, σε συνδυασμό με τη δικαστική επιχείρηση που ονομάστηκε mani pu/ite (καθαρά χέρια), η οποία έφερε κατηγορίες για διαφθορά εναντίον μεγάλου μέρους της πολιτικής τάξης, επιτάχυνε ή ολοκλήρωσε την αναίρεση των παραδοσιακών κομμάτων. Ήδη από το 1990, όπως σημείωσα, το Ιταλικό Κομμουνιστικό Κόμμα είχε μετασχηματιστεί σε Δημοκρατικό Κόμμα της Αριστεράς, εγκαταλείποντας κάθε εναπομείνασα αναφορά σε ταξική βάση και προτείνοντας τον εαυτό του ως "ελαφρύ" κόμμα ή κόμμα της κοινής γνώμης. Το Χριστιανοδημοκρατικό Κόμμα υποβαθμίστηκε σιγά-σιγά μέχρι το 1994, όταν και αυτό άλλαξε το όνομά του, και έγινε Λαϊκό Κόμμα. Τα μικρότερα κόμματα του κέντρου (συμπεριλαμβανομένου του Σοσιαλιστικού Κόμματος, το οποίο από πολλές απόψεις είχε προβλέψει την ανάγκη για ριζική θεσμική μεταρρύθμιση) εξαφανίστηκαν σχεδόν εν μία νυκτί.

Σε κάθε περίπτωση, η εξέχουσα πτυχή του παρατεταμένου σπασμού που συγκλόνισε το ιταλικό πολιτικό σύστημα στις αρχές της δεκαετίας του 1990 είναι η διαμόρφωση μιας νέας Δεξιάς. Αυτή δεν είναι σε καμία περίπτωση μια συντηρητική Δεξιά, αλλά μάλλον μια Δεξιά αφοσιωμένη στην καινοτομία, που επενδύει σε μεγάλο βαθμό στην έννοια της εξαρτημένης εργασίας και είναι ικανή να δώσει μια κομματική έκφραση στις κύριες παραγωγικές δυνάμεις της εποχής μας.



Θέση 9

Η νέα Δεξιά, η οποία ήρθε στην εξουσία με τις πολιτικές εκλογές του 1994, συγκροτείται κυρίως από δύο οργανωτικά υποκείμενα: τη Λέγκα του Βορρά (Λέγκα του Βορρά), που έχει τις ρίζες της αποκλειστικά στα βόρεια τμήματα της χώρας, και τη Φόρτσα Ιτάλια (Πάμε Ιταλία), το κόμμα με επίκεντρο τον Σίλβιο Μπερλουσκόνι, ιδιοκτήτη πολλών τηλεοπτικών σταθμών, εκδοτικών οίκων, κατασκευαστικών εταιρειών και μεγάλων καταστημάτων λιανικής πώλησης.

Η Λέγκα του Βορρά επικαλείται τον μύθο της εθνικής αυτοδιάθεσης, της επανίδρυσης των ριζών: ο βόρειος πληθυσμός πρέπει να αξιοποιήσει τις παραδόσεις και τα έθιμά του, χωρίς να εκχωρήσει καμία εξουσία στους συγκεντρωτικούς μηχανισμούς του κράτους. Η τοπική ταυτότητα (με βάση την περιοχή ή την πόλη) αντιπαρατίθεται στον κενό καθολικισμό της πολιτικής εκπροσώπησης και στην αφόρητη αφαίρεση που συνεπάγεται η έννοια της ιθαγένειας. Η τοπική ταυτότητα που διακηρύσσει η Λέγκα του Βορρά, ωστόσο, έχει έντονα ρατσιστικές προεκτάσεις, ιδίως όσον αφορά τους Ιταλούς του Νότου και τους μετανάστες από χώρες εκτός της Ευρωπαϊκής Κοινότητας. Η Λέγκα του Βορρά προτείνει μια μορφή φεντεραλισμού που συνυφαίνει το αρχαίο με το μεταμοντέρνο: ο Alberto da Giussano (ένας μεσαιωνικός condottiere από τη Λομβαρδία) συνδυάζεται με τον υπερφιλελευθερισμό και το σύνθημα "γη και αίμα" ρίχνεται μαζί με τη φορολογική εξέγερση. Αυτό το μάλλον ηχηρό μελάνι έδωσε φωνή στη διάχυτη αντικρατική τάση που ωρίμασε κατά τη διάρκεια της τελευταίας δεκαετίας στις πιο ανεπτυγμένες οικονομικά ζώνες της χώρας. Με τον καιρό, η Λέγκα του Βορρά θα μπορούσε να γίνει η μαζική βάση πάνω στην οποία οι μικρές και μεσαίες μεταφορντικές επιχειρήσεις θα μπορούσαν να επιτύχουν σχετική αυτονομία από το εθνικό κράτος. Με την παρουσία της νέας ποιότητας της παραγωγικής οργάνωσης και υπό το πρίσμα της επικείμενης ευρωπαϊκής ολοκλήρωσης, η ιταλική κρατική μηχανή έχει αποδειχθεί ανεπαρκής από πολλές απόψεις: η υποεθνική διαμαρτυρία της Λέγκα του Βορρά λειτουργεί παραδόξως ως στήριγμα για την καθυστέρηση της πολιτικής απόφασης σε υπερεθνικά ζητήματα. Η Forza Italia, από την άλλη πλευρά, αντικαθιστά τις παραδοσιακές διαδικασίες της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας με μοντέλα και τεχνικές που προέρχονται από τον κόσμο των επιχειρήσεων. Το εκλογικό σώμα εξομοιώνεται με ένα (τηλεοπτικό) "κοινό", το οποίο αναμένεται να δώσει μια συναίνεση παθητική και δημοψηφισματική. Επιπλέον, η μορφή του κόμματος αναπαράγει πιστά τη δομή της "δικτυακής επιχείρησης". Οι "λέσχες" που υποστηρίζουν τη Forza Italia αναπτύχθηκαν με βάση την προσωπική πρωτοβουλία επαγγελματιών εκτός της συμβατικής πολιτικής, όπως ένας ζηλωτής διευθυντής γραφείου ή ένας επαρχιακός συμβολαιογράφος που αποφάσισε να κάνει όνομα. Αυτές οι λέσχες έχουν την ίδια σχέση με το κόμμα που έχουν οι αυτόνομες εργατικές και μικρές οικογενειακές επιχειρήσεις με τη μητρική εταιρεία: για να προωθήσουν το δικό τους πολιτικό προϊόν, πρέπει να στηριχθούν σε ένα αναγνωρισμένο εμπορικό σήμα, αλλά σε αντάλλαγμα πρέπει να ακολουθήσουν ακριβείς κανόνες ύφους και συμπεριφοράς, φέρνοντας καλό όνομα στην εταιρεία υπό 258,9 την ετικέτα της οποίας εργάζονται. Όπως έκανε το Σοσιαλιστικό Κόμμα στα μέσα της δεκαετίας του 1980, η Forza Italia εξασφάλισε την αφοσίωση των εργαζομένων που ασχολούνται με τις τεχνολογίες υπολογιστών και επικοινωνιών, δηλαδή μεταξύ των κοινωνικών τομέων που διαμορφώνονται στην τεχνολογική και ηθική καταιγίδα του μεταφορντισμού.

Η νέα Δεξιά αναγνωρίζει, και κάνει προσωρινά δικά της, στοιχεία που θα ήταν τελικά αντάξια των μεγαλύτερων ελπίδων μας: τον αντικρατισμό, τις συλλογικές πρακτικές που διαφεύγουν της πολιτικής εκπροσώπησης και τη δύναμη της μαζικής πνευματικής εργασίας. Τα διαστρεβλώνει όλα αυτά, καλύπτοντάς τα με μια κακή καρικατούρα. Και βάζει τέλος στην ιταλική αντεπανάσταση, τραβώντας την αυλαία αυτού του μακρού ιντερμέζου. Αυτή η πράξη τελείωσε - ας αρχίσει η επόμενη!

Μετάφραση: Michael Hardt
































Θυμάστε την Αντεπανάσταση;

  • December 22nd 2023 at 23:19

Θυμάστε την Αντεπανάσταση; Του Paolo Virno

By nicostrim



Τι σημαίνει η λέξη αντεπανάσταση; Δεν θα πρέπει να την αντιλαμβανόμαστε ότι σημαίνει μόνο μια βίαιη καταστολή (αν και, βεβαίως, αυτό είναι πάντα μέρος της), ούτε είναι μια απλή αποκατάσταση του ancien regime, δηλαδή η αποκατάσταση της κοινωνικής τάξης που είχε διαλυθεί από συγκρούσεις και εξεγέρσεις. Η αντεπανάσταση είναι κυριολεκτικά η επανάσταση από την ανάποδη. Με άλλα λόγια, είναι μια ορμητική καινοτομία τρόπων παραγωγής, μορφών ζωής και κοινωνικών σχέσεων που, ωστόσο, παγιώνουν και θέτουν ξανά σε κίνηση την καπιταλιστική κυριαρχία. Η αντεπανάσταση, όπως ακριβώς και ο συμμετρικός της αντίπαλος, δεν αφήνει τίποτα αναλλοίωτο. Δημιουργεί μια μακρά κατάσταση έκτακτης ανάγκης στην οποία η χρονική διαδοχή των γεγονότων μοιάζει να επιταχύνεται. Δημιουργεί ενεργά τη δική της "νέα τάξη πραγμάτων", σφυρηλατώντας νέες νοοτροπίες, πολιτισμικές συνήθειες, γούστα και έθιμα - εν ολίγοις, μια νέα κοινή λογική. Πηγαίνει στη ρίζα των πραγμάτων και εργάζεται μεθοδικά.

Αλλά υπάρχει και κάτι περισσότερο: η αντεπανάσταση απολαμβάνει τις ίδιες ακριβώς προϋποθέσεις και τις ίδιες ακριβώς (οικονομικές, κοινωνικές και πολιτισμικές) τάσεις με τις οποίες θα μπορούσε να ασχοληθεί η επανάσταση- καταλαμβάνει και αποικίζει το έδαφος του αντιπάλου- δίνει διαφορετικές απαντήσεις στα ίδια ερωτήματα. Με άλλα λόγια, επανερμηνεύει με τον δικό της τρόπο το σύνολο των υλικών συνθηκών που θα έκαναν απλώς νοητή την κατάργηση της μισθωτής εργασίας και ανάγει αυτές τις συνθήκες σε κερδοφόρες παραγωγικές δυνάμεις. (Αυτό το ερμηνευτικό έργο διευκολύνθηκε ως ένα βαθμό στην Ιταλία από τη χρήση των φυλακών υψίστης ασφαλείας). Επιπλέον, η αντεπανάσταση αντιστρέφει τις ίδιες τις μαζικές πρακτικές που έμοιαζαν να παραπέμπουν στον μαρασμό της κρατικής εξουσίας και στην ενσάρκωση της ριζοσπαστικής αυτοδιοίκησης, μετατρέποντάς τες σε αποπολιτικοποιημένη παθητικότητα ή σε πλειονοτική συναίνεση. Αυτός είναι ο λόγος για τον οποίο μια κριτική ιστοριογραφία, απρόθυμη να λατρέψει την αυθεντία των "απλών γεγονότων", πρέπει να προσπαθήσει να αναγνωρίσει, σε κάθε βήμα και κάθε πτυχή της αντεπανάστασης, τη σιλουέτα, το περιεχόμενο και τις ιδιότητες μιας εν δυνάμει επανάστασης.

Η ιταλική αντεπανάσταση ξεκίνησε στα τέλη της δεκαετίας του 1970 και συνεχίζεται ακόμα και στα μέσα της δεκαετίας του 1990. Περιέχει πολυάριθμες διαστρωματώσεις. Όπως ένας χαμαιλέοντας, έχει αλλάξει αρκετές φορές την εμφάνισή της: ο "Ιστορικός Συμβιβασμός" μεταξύ των Χριστιανοδημοκρατών και του Κομμουνιστικού Κόμματος, ο θριαμβευτικός σοσιαλισμός υπό την ηγεσία του Bettino Craxi και η πολιτική μεταρρύθμιση του συστήματος που ακολούθησε την κατάρρευση της Σοβιετικής Ένωσης και των άλλων καθεστώτων της Ανατολικής Ευρώπης είναι μερικά από τα προσωπεία της. Δεν είναι ωστόσο δύσκολο να αναγνωρίσει κανείς με γυμνό μάτι το κυρίαρχο μοτίβο που διατρέχει όλες αυτές τις φάσεις. Ο ενιαίος πυρήνας της ιταλικής αντεπανάστασης των δεκαετιών του 1980 και του 1990 ενσωματώνει διάφορα στοιχεία: (1) την πλήρη επιβεβαίωση του μεταφορντικού τρόπου παραγωγής (ηλεκτρονικές τεχνολογίες, αποκέντρωση και ευελιξία των εργασιακών διαδικασιών, γνώση και επικοινωνία ως κύριοι οικονομικοί πόροι κ.ο.κ.)- (2) την καπιταλιστική διαχείριση της δραστικής μείωσης του κοινωνικά αναγκαίου χρόνου εργασίας (μέσω μιας αγοράς εργασίας που χαρακτηρίζεται από διαρθρωτική ανεργία, μερική απασχόληση, μακροχρόνια εργασιακή ανασφάλεια, αναγκαστικές πρόωρες συνταξιοδοτήσεις κ.ο.κ.)- και (3) τη δραματική κρίση, η οποία από πολλές απόψεις είναι μη αναστρέψιμη, της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας. Η Πρώτη Δημοκρατία, η οποία εγκαθιδρύθηκε μετά τον Δεύτερο Παγκόσμιο Πόλεμο, έχει φτάσει στο τέλος της. Η Δεύτερη Δημοκρατία θέτει τις ρίζες της στην υλική θεμελίωση αυτών των νέων στοιχείων. Η Δεύτερη Δημοκρατία πρέπει να προσπαθήσει να καταστήσει τη μορφή και τις διαδικασίες διακυβέρνησης κατάλληλες για τους μετασχηματισμούς που έχουν ήδη συντελεστεί στους χώρους της παραγωγής και της αγοράς εργασίας. Με τη Δεύτερη Δημοκρατία, η μεταφορντική αντεπανάσταση βρίσκει τελικά τη δική της συγκρότηση και, έτσι, φτάνει στην ολοκλήρωσή της.

Στις ιστορικοπολιτικές θέσεις που ακολουθούν, θα επιχειρήσω να εξάγουμε κάποιες σημαντικές πτυχές από τις ιταλικές εξελίξεις των τελευταίων δεκαπέντε ετών -συγκεκριμένα, εκείνες τις πτυχές που προσφέρουν ένα άμεσο εμπειρικό υπόβαθρο για τις θεωρητικές συζητήσεις που παρουσιάζονται σε αυτό το βιβλίο. Όταν, κατά τη διάρκεια αυτής της ιστορικής ανάλυσης, βρίσκω ένα συγκεκριμένο γεγονός παραδειγματικό (ή, στην πραγματικότητα, όταν θεωρώ ότι καθιστά ορατό ένα "επιστημολογικό ρήγμα" ή μια εννοιολογική καινοτομία), θα σταματήσω για να το διερευνήσω μέσω ενός εξιστορήματος, η λειτουργία του οποίου θα είναι παρόμοια με το προσκήνιο μιας κινηματογραφικής σκηνής.


242, 3





Θεση 1

Ο μεταφορντισμός στην Ιταλία πήρε το βάπτισμά του από το λεγόμενο κίνημα του '77. Σε εκείνους τους κοινωνικούς αγώνες, ένας εργαζόμενος πληθυσμός που χαρακτηριζόταν από την κινητικότητά του, τη χαμηλή εργασιακή ασφάλεια και την υψηλή συμμετοχή των φοιτητών και εμφορούνταν από μίσος για την "ηθική της εργασίας", επιτέθηκε μετωπικά στην παράδοση και την κουλτούρα της ιστορικής Αριστεράς και σηματοδότησε μια καθαρή ρήξη σε σχέση με τον εργάτη της γραμμής συναρμολόγησης. Ο μεταφορντισμός γεννήθηκε από αυτή την αναταραχή.

Το αριστούργημα της ιταλικής αντεπανάστασης ήταν ότι μετέτρεψε αυτές τις συλλογικές τάσεις, οι οποίες στο κίνημα του '77 ήταν mani fest ως αδιάλλακτος ανταγωνισμός, σε επαγγελματικές προϋποθέσεις, συστατικά της παραγωγής υπεραξίας και ζύμη για έναν νέο κύκλο καπιταλιστικής ανάπτυξης. Ο ιταλικός νεοφιλελευθερισμός της δεκαετίας του '80 ήταν ένα είδος ανεστραμμένου 1977. Το αντίστροφο, ωστόσο, είναι επίσης αληθές - εκείνη η παλιά περίοδος των συγκρούσεων συνεχίζει ακόμη και σήμερα να αντιπροσωπεύει την άλλη όψη του μεταφορντικού νομίσματος, την επαναστατική πλευρά. Το κίνημα του '77 αποτελεί (για να χρησιμοποιήσουμε την όμορφη έκφραση της Χάνα Άρεντ) ένα "μέλλον στην πλάτη μας", την ανάμνηση των πιθανών ταξικών αγώνων που μπορεί να λάβουν χώρα στην επόμενη φάση, μια μελλοντική ιστορία.



Πρώτο Παρέκβαση: Εργασία και μη εργασία ή η έξοδος του '77

Όπως κάθε αυθεντική καινοτομία, το κίνημα του '77 υπέστη την προσβολή να το εκλαμβάνουν ως φαινόμενο περιθωριοποίησης - εκτός από την κατηγορία (που στην πραγματικότητα δεν είναι αντιφατική αλλά συμπληρωματική της πρώτης) ότι είναι παρασιτικό. Οι έννοιες αυτές αντιστρέφουν την πραγματικότητα με τόσο πλήρη και ακριβή τρόπο που μπορεί να μας φανούν χρήσιμες. Στην πραγματικότητα, εκείνοι που θεωρούσαν ότι οι "ξυπόλυτοι διανοούμενοι" του '77 (οι φοιτητές-εργαζόμενοι και οι εργαζόμενοι-φοιτητές, καθώς και οι εργαζόμενοι με μερική απασχόληση και οι προ-καριώδεις εργαζόμενοι κάθε είδους) ήταν περιθωριακοί ή παρασιτικοί, ήταν ακριβώς εκείνοι που θεωρούσαν ότι η σταθερή εργασία στα εργοστάσια διαρκών καταναλωτικών αγαθών ήταν "κεντρική" και "παραγωγική". Αυτοί ήταν που έβλεπαν αυτά τα νέα θέματα από το βανταζικό σημείο του κύκλου της ανάπτυξης σε παρακμή - ένα σημείο που σήμερα μπορεί να αναγνωριστεί ως περιθωριακό και παρασιτικό. Αν κοιτάξει κανείς προσεκτικά, ωστόσο, τους μεγάλους μετασχηματισμούς των παραγωγικών διαδικασιών και της κοινωνικής εργάσιμης ημέρας που ξεκίνησαν εκείνη την περίοδο, δεν είναι δύσκολο να αναγνωρίσει στους πρωταγωνιστές αυτών των αγώνων του δρόμου κάποια σύνδεση με την καρδιά των παραγωγικών δυνάμεων.

Το κίνημα του '77 έδωσε για μια στιγμή φωνή στη νέα ταξική σύνθεση, η οποία είχε αρχίσει να διαμορφώνεται μετά την πετρελαϊκή κρίση και τις απολύσεις στα μεγάλα εργοστάσια, στην αρχή της διαδικασίας της βιομηχανικής ανασυγκρότησης. Ήταν

δεν είναι η πρώτη φορά που ένας ριζικός μετασχηματισμός του τρόπου παραγωγής συνοδεύεται από την πρώιμη συγκρουσιακότητα των στρωμάτων της εργατικής δύναμης που βρίσκονται στα πρόθυρα να γίνουν ο κεντρικός άξονας του νέου παραγωγικού σχήματος. Θυμηθείτε, για παράδειγμα, τον κοινωνικό κίνδυνο που χαρακτήριζε τον δέκατο όγδοο αιώνα τους Άγγλους αλήτες, οι οποίοι είχαν ήδη εκδιωχθεί από τα χωράφια και βρίσκονταν στα πρόθυρα να εργαστούν στην πρώιμη μεταποιητική παραγωγή. Θα μπορούσε κανείς επίσης να επισημάνει τους αγώνες των αποχαρακτηρισμένων εργατών στις Ηνωμένες Πολιτείες τη δεκαετία του 1910, δηλαδή την περίοδο που προηγήθηκε άμεσα της εφαρμογής της φορντικής και τεϋλοριστικής παραγωγής που βασίστηκε ακριβώς στη συστηματική αποχαρακτηρισμό της εργασίας. Κάθε ξαφνική μεταμόρφωση της οργάνωσης της παραγωγής είναι καταρχήν προορισμένη να ανακαλέσει εκ νέου τους πόνους της "πρωταρχικής συσσώρευσης", έχοντας να μετατρέψει μια σχέση μεταξύ "πραγμάτων" (δηλαδή νέες τεχνολογίες, διαφορετικές κατανομές επενδύσεων και εργατική δύναμη με ορισμένες συγκεκριμένες προϋποθέσεις) σε κοινωνική σχέση. Ακριβώς σε αυτό το πέρασμα, ωστόσο, μπορεί μερικές φορές να προκύψει η υποκειμενική στροφή αυτού που θα γίνει αργότερα η αδιαμφισβήτητη πορεία των γεγονότων.

Οι αγώνες του '77 ανέλαβαν ως δική τους υπόθεση τη ρευστοποίηση της αγοράς εργασίας, καθιστώντας την πεδίο κοινωνικής συσσωμάτωσης και σημείο ισχύος. Η κινητικότητα μεταξύ διαφορετικών θέσεων εργασίας και μεταξύ εργασίας και μη εργασίας καθόρισε (αντί να διαταράξει) τις ομοιογενείς πρακτικές και τις κοινές συνήθειες που χαρακτήριζαν τις υποκειμενικότητες και τις συγκρούσεις. Σε αυτό το πλαίσιο άρχισε να διαφαίνεται η τάση που τα επόμενα χρόνια αναλύθηκε από τον Ralf Dahrendorf, τον Andre Gorz και πολλούς άλλους: η μείωση της παραδοσιακής χειρωνακτικής εργασίας, η ανάπτυξη της πνευματικής εργασίας σε μαζικό επίπεδο και η αύξηση της ανεργίας λόγω των επενδύσεων (δηλαδή λόγω της οικονομικής ανάπτυξης και όχι λόγω των εμποδίων της). Το κίνημα έδωσε έτσι σε αυτή την τάση ένα είδος μερικής αναπαράστασης: την έκανε για πρώτη φορά ορατή, τη βάφτισε κατά κάποιον τρόπο, αλλά παραμόρφωσε τη φυσιογνωμία της, δίνοντάς της ένα ανταγωνιστικό πρόσωπο. Αυτό που ήταν ουσιώδες ήταν η αναγνώριση μιας δυνατότητας - η αντίληψη της μισθωτής εργασίας ως ένα επεισόδιο στη ζωή μας και όχι ως φυλακή. Ακολούθησε τότε μια αντιστροφή των προσδοκιών: άρνηση να προσπαθήσουμε να μπούμε στο εργοστάσιο και να μείνουμε εκεί, και αντίθετα αναζήτηση κάθε τρόπου να το αποφύγουμε και να το εγκαταλείψουμε. Η κινητικότητα δεν αποτελούσε πλέον μια επιβαλλόμενη συνθήκη αλλά μια θετική απαίτηση και την κύρια επιδίωξη- η σταθερή εργασία, που ήταν ο πρωταρχικός στόχος, θεωρούνταν πλέον εξαίρεση ή παρένθεση.

Σε μεγάλο βαθμό ήταν αυτές οι τάσεις, και όχι η βία των αγώνων, που έκαναν τους νέους του '77 ακατανόητους για τα παραδοσιακά στοιχεία του εργατικού κινήματος. Κατέστησαν την ανάπτυξη στον τομέα της μη εργασίας και την αστάθειά της σε μια συλλογική πορεία, μια συνειδητή μετανάστευση μακριά από [244, 5]. από την εργοστασιακή εργασία. Αντί να αντισταθούν με όλες τους τις δυνάμεις στην παραγωγική αναδιάρθρωση, αμφισβήτησαν τα όρια και τις κατευθύνσεις της, προσπαθώντας να την εκτρέψουν προς όφελός τους. Αντί να κλειστούν σε ένα πολιορκημένο φρούριο, καταδικασμένοι σε παθιασμένη ήττα, δοκίμασαν τις δυνατότητες να δελεάσουν τον αντίπαλο να επιτεθεί σε άδεια φρούρια, εγκαταλελειμμένα εδώ και καιρό. Η αποδοχή της κινητικότητας συνδυάστηκε τόσο με το αίτημα ενός εγγυημένου εισοδήματος όσο και με την ιδέα ενός είδους παραγωγής πιο κοντά στις απαιτήσεις της αυτοπραγμάτωσης. Αναπτύχθηκε έτσι ένα ρήγμα στη σχέση μεταξύ παραγωγής και κοινωνικοποίησης. Στιγμές κοινοτικής ένωσης βιώθηκαν εκτός και ενάντια στο πεδίο της άμεσης παραγωγής. Σε αυτό το σημείο, αυτή η ανεξάρτητη κοινωνικότητα άρχισε να αναγνωρίζεται και στον εργασιακό χώρο, ως ανυπακοή. Και ένα αποφασιστικό στοιχείο αυτού ήταν η δυνατότητα "συνεχούς εκπαίδευσης", δηλαδή η συνέχιση του σχολείου ακόμη και μετά την εύρεση εργασίας. Αυτό τροφοδότησε τη λεγόμενη ακαμψία της προσφοράς εργασίας, αλλά, το σημαντικότερο, δημιούργησε μια συνθήκη κατά την οποία οι θέσεις ασταθούς και παράνομης εργασίας καλύπτονταν από υποκείμενα των οποίων τα δίκτυα γνώσεων και πληροφοριών ήταν πάντα υπερβολικά σε σχέση με διάφορους και μεταβαλλόμενους ρόλους. Αυτή ήταν μια περίσσεια που δεν μπορούσε να τους αφαιρεθεί και δεν μπορούσε να περιοριστεί στη δεδομένη μορφή εργασιακής συνεργασίας. Η επένδυση και η σπατάλη της ήταν σε κάθε περίπτωση συνδεδεμένες με τη δυνατότητα να κατοικηθεί και να κατοικηθεί με σταθερό τρόπο μια περιοχή που βρισκόταν εκτός της εμβέλειας του μισθού.

Αυτό το σύνολο πρακτικών είναι προφανώς διφορούμενο. Είναι δυνατόν να διαβαστεί, στην πραγματικότητα, ως μια παβλοφική απάντηση στην κρίση του κράτους πρόνοιας. Σύμφωνα με αυτή την ερμηνεία, παλιά και νέα υποκείμενα που είχαν εξαρτηθεί από τη βοήθεια κατεβαίνουν στο πεδίο για να υπερασπιστούν τους δικούς τους θύλακες, χαράσσοντας διάφορους θύλακες των δημόσιων δαπανών. Θα ενσάρκωναν έτσι εκείνα τα πλασματικά κόστη που οι νεοφιλελεύθερες και οι πολιτικές κατά της πρόνοιας προσπαθούσαν να καταργήσουν ή τουλάχιστον να περιορίσουν. Η παραδοσιακή Αριστερά μπορεί επίσης να υπερασπιστεί αυτή την ψευδή θέση, με κάποια αμηχανία, και να καταδικάσει αυτό το είδος "παρασιτισμού". Ίσως όμως το κίνημα του '77 να μπορεί να δείξει την κρίση του κράτους πρόνοιας υπό ένα εντελώς διαφορετικό πρίσμα, επαναπροσδιορίζοντας ριζικά τη σχέση πλοίου μεταξύ εργασίας και βοήθειας, μεταξύ πραγματικού κόστους και "ψεύτικου κόστους", μεταξύ παραγωγικότητας και παρασιτισμού. Η έξοδος από το εργοστάσιο, η οποία εν μέρει πρόλαβε και εν μέρει έδωσε ένα διαφορετικό νόημα στην αρχόμενη διαρθρωτική ανεργία, υποδηλώνει με προκλητικό τρόπο ότι στην αφετηρία της χρεοκοπίας του Κράτους Πρόνοιας βρίσκεται, ίσως, η αποτυχία να αναπτυχθεί επαρκώς ο τομέας της μη εργασίας. Δηλαδή, δεν υπάρχει υπερβολικά πολλή μη-εργασία, αλλά υπερβολικά λίγη. Πρόκειται, λοιπόν, για μια κρίση που προκαλείται όχι από τις υποτιθέμενες διαστάσεις της βοήθειας, αλλά από το γεγονός ότι η βοήθεια χορηγήθηκε, σε μεγάλο βαθμό, με τη μορφή μισθωτής εργασίας. Και προκλήθηκε επίσης, αντιστρόφως, από το γεγονός ότι η μισθωτή εργασία θεωρήθηκε, από ένα σημείο και μετά, ως βοήθεια. Εξάλλου, η πολιτική της πλήρους απασχόλησης δεν γεννήθηκε τη δεκαετία του 1930 με το χρυσό σύνθημα "σκάψε τρύπες και μετά γέμισέ τες";

Το κεντρικό σημείο, το οποίο αναδύθηκε το 1977 με συγκρουσιακές μορφές και στη συνέχεια κατά τη διάρκεια της δεκαετίας του 1980 συνεχίστηκε ως οικονομικό παράδοξο της καπιταλιστικής ανάπτυξης, είναι το εξής: η χειρωνακτική εργασία, κατανεμημένη σε διάφορες επαναλαμβανόμενες εργασίες, αποδεικνύεται, λόγω του διογκωμένου και συνάμα άκαμπτου κόστους της, μη ανταγωνιστική σε σχέση με την αυτοματοποίηση και γενικά με μια νέα αλληλουχία εφαρμογών της επιστήμης στην παραγωγή. Η εργασία δείχνει έτσι το πρόσωπο του υπερβολικού κοινωνικού κόστους, της έμμεσης βοήθειας, συγκαλυμμένης και υπερδιαμεσολαβημένης. Το να έχουμε καταστήσει τις φυσικές εργασίες ριζικά "αντιοικονομικές", ωστόσο, είναι το εξαιρετικό αποτέλεσμα πολυετών αγώνων των εργαζομένων -και αυτό σίγουρα δεν είναι κάτι για το οποίο πρέπει να ντρεπόμαστε. Το κίνημα του '77, επαναλαμβάνω, έκανε στιγμιαία αυτό το αποτέλεσμα δικό του, καταδεικνύοντας με τον δικό του τρόπο τον κοινωνικά παρασιτικό χαρακτήρα της εργασίας υπό το αφεντικό. Από πολλές απόψεις ήταν ένα κίνημα στο απόγειο του νεοφιλελεύθερου νέου κύματος: αντιμετώπισε τα ίδια προβλήματα που θα αντιμετώπιζε αργότερα ο νεοφιλελευθερισμός, αλλά αναζήτησε διαφορετικές λύσεις. Έψαχνε για διεξόδους, αλλά δεν τις βρήκε, και γρήγορα κατέρρευσε. Ακόμη και αν παρέμεινε μόνο ένα σύμπτωμα, ωστόσο, το κίνημα αυτό αντιπροσώπευε τη μόνη δικαίωση μιας εναλλακτικής πορείας για τη διαχείριση της φάσης του τέλους της "πλήρους απασχόλησης".


Θέση 2

Αφού συνέβαλε τόσο στην εξόντωση (συμπεριλαμβανομένης της στρατιωτικής καταστροφής) των ταξικών κινημάτων όσο και στην πρώτη φάση της βιομηχανικής ανασυγκρότησης, η ιστορική Αριστερά αποκλείστηκε σταδιακά από την πολιτική σκηνή. Το 1979, η κυβέρνηση των "ευρέων συμφωνιών" (που ονομάστηκε επίσης κυβέρνηση της "εθνικής αλληλεγγύης"), η οποία υποστηρίχθηκε ανεπιφύλακτα από το Κομμουνιστικό Κόμμα και το συνδικάτο του, έφτασε στο τέλος της. Η εξουσία της πολιτικής πρωτοβουλίας επέστρεψε εξ ολοκλήρου στα χέρια των μεγάλων επιχειρήσεων και των κεντρώων κομμάτων.

Σαν να έπαιζαν ένα κλασικό πλέον σενάριο, οι ρεφορμιστικές εργατικές οργανώσεις συνδιαλέχθηκαν προς την κατεύθυνση του κράτους σε μια μεταβατική φάση, που χαρακτηριζόταν από ένα "όχι πια" (όχι πια το φορντιστικό-κεϋνσιανό μοντέλο) και ένα "όχι ακόμα" (όχι ακόμα η πλήρης ανάπτυξη της δικτυακής επιχείρησης, της άυλης εργασίας και των τεχνολογιών των υπολογιστών). Η πολιτική της μετάβασης στόχευε στην ανάσχεση και την εκ νέου πίεση της κοινωνικής ανυπακοής. Στη συνέχεια, μόλις ξεκίνησε ο νέος κύκλος ανάπτυξης, οι μαζικοί εργάτες της γραμμής συναρμολόγησης έχασαν οριστικά το βάρος τους τόσο σε σχέση με την πολιτική όσο και με τις συμβατικές διαπραγματεύσεις. Η επίσημη Αριστερά έγινε ένα ανίσχυρο κέλυφος, που έπρεπε να απορριφθεί το συντομότερο δυνατό. 246, 7

Η παρακμή του Κομμουνιστικού Κόμματος έχει τις ρίζες της στα τέλη της δεκαετίας του 1970. Είναι μια "δυτική" ιστορία, μια ιταλική ιστορία, που συνδέεται με τη νέα διαμόρφωση των εργασιακών διαδικασιών. Μόνο μια οπτική αυταπάτη έκανε να φαίνεται ότι αυτή η παρακμή, που το 1990 οδήγησε στη διάλυση του Κομμουνιστικού Κόμματος και στη δημιουργία του Δημοκρατικού Κόμματος της Αριστεράς (PDS), προκλήθηκε από τη συγχώνευση του Κόμματος με τον "πραγματικό σοσιαλισμό" της Ανατολικής Ευρώπης και έτσι επισπεύσθηκε από την πτώση του Τείχους του Βερολίνου. Η συμβολική κύρωση της ήττας που υπέστη η ιστορική Αριστερά συνέβη πραγματικά στα μέσα της δεκαετίας του 1980. Το 1984, η κυβέρνηση υπό την ηγεσία του Bettino Craxi κατάργησε το "σημείο απρόβλεπτου", δηλαδή τον μηχανισμό με τον οποίο οι μισθοί αναπροσαρμόζονταν αυτόματα στον πληθωρισμό. Το Κομμουνιστικό Κόμμα εισήγαγε δημοψήφισμα για την επαναφορά αυτού του σημαντικού στόχου που είχε κερδηθεί από τους αγώνες των συνδικάτων τη δεκαετία του 1970. Το δημοψήφισμα πραγματοποιήθηκε το 1985 και έχασε με συντριπτική πλειοψηφία. Η συνέπεια αυτής της πανωλεθρίας ήταν ότι από εκείνο το σημείο και μετά το Κόμμα και το συνδικάτο του πήραν μόνο "ρεαλιστικές" θέσεις, σε συνεργασία με την κυβέρνηση, για τους μισθούς και την εργάσιμη ημέρα. Από το 1985 και μετά, δεν υπήρχε πια "σοσιαλδημοκρατική" ή "συνδικαλιστική" προστασία των ματεριακών συνθηκών της εξαρτημένης εργασίας. Η μεταφορντική εργατική τάξη θα έπρεπε να ζήσει την πρώτη της περίοδο χωρίς να μπορεί να υπολογίζει στο "δικό της" κόμμα ή στο "δικό της" συνδικάτο. Αυτό δεν είχε συμβεί ποτέ στην Ευρώπη από τις ημέρες της πρώτης βιομηχανικής επανάστασης.



ΔεύτερηΠαρεκκβαση: Αλλαγές στη σκηνή του εργοστασίου αυτοκινήτων της Fiat τη δεκαετία του 1980

Οι αλλαγές στο εργοστάσιο αυτοκινήτων της Fiat στα τέλη της δεκαετίας του 1970 και στις αρχές της δεκαετίας του 1980 καταδεικνύουν με υποδειγματική σαφήνεια την άγρια "διαλεκτική" που λειτουργούσε ανάμεσα στον συγκρουσιακό αυθορμητισμό του νεαρού εργατικού δυναμικού, του Κομμουνιστικού Κόμματος και μιας επιχείρησης που ετοιμαζόταν να αλλάξει τη φυσιογνωμία της. Ως ένα είδος μικρόκοσμου, η Fiat προέβλεψε και περιέλαβε τη "μεγάλη μεταμόρφωση" που επρόκειτο να βιώσει η Ιταλία. Ήταν μια πράξη, χωρισμένη σε τρεις σκηνές.

Σκηνή 1: Τον Ιούλιο του 1979 η παραγωγή της Fiat διακόπηκε από μια βίαιη απεργία που από πολλές απόψεις έμοιαζε με πραγματική κατάληψη του εργοστασίου. Ήταν η κορυφαία στιγμή μιας διαμάχης για μια συνολική σύμβαση εργασίας, αλλά πάνω απ' όλα ήταν το τελευταίο μεγάλο επεισόδιο της εργατικής επίθεσης της δεκαετίας του 1970. Οι δέκα χιλιάδες νέοι εργάτες που είχαν αρχίσει να εργάζονται στη Fiat μόλις τα προηγούμενα δύο χρόνια ήταν από τους πιο ενεργούς συμμετέχοντες. Επρόκειτο για "εκκεντρικούς" εργάτες, παρόμοιους από κάθε άποψη (νοοτροπία, σχολική εκπαίδευση και μητροπολιτικές συνήθειες) με τους φοιτητές και τους εργάτες με ασταθή απασχόληση που είχαν γεμίσει τους δρόμους το 1977. Οι νέοι εργάτες αυτοπροσδιορίζονταν από το επιμελές σαμποτάζ τους στους ρυθμούς της εργασίας: Η "βραδύτητα" ήταν το πάθος τους. Με τον αποκλεισμό του εργοστασίου της Fiat ήθελαν να επιβεβαιώσουν την "πορώδη" ή την ελαστικότητα του χρόνου παραγωγής. Το Κομμουνιστικό Κόμμα και το συνδικάτο τους αποκήρυξαν, καταδικάζοντας ανοιχτά την αποστροφή τους προς την εργασία. Σκηνή 2: Το φθινόπωρο του 1979, η Fiat εξαπέλυσε αντεπίθεση, απολύοντας εξήντα έναν εργάτες που ήταν οι ιστορικοί ηγέτες των αγώνων στο χώρο του εργοστασίου. Πρέπει να σημειωθεί, ωστόσο, ότι οι εργάτες δεν απολύθηκαν με το πρόσχημα κάποιου επιχειρηματικού λόγου. Ο επίσημος λόγος για το μέτρο ήταν η εικαζόμενη εμπλοκή των εξήντα ενός εργατών με την "τρομοκρατία". Λίγη σημασία είχε το γεγονός ότι οι δικαστές δεν είχαν συγκεκριμένα στοιχεία για να χρησιμοποιήσουν στη δίωξη των υπόπτων. Η εταιρεία "ήξερε" και αυτό ήταν αρκετό. Αυτό το επεισόδιο των εξήντα ενός απολυμένων εργατών ήταν σε απόλυτη αρμονία με την κυβέρνηση της "εθνικής αλληλεγγύης" και τη στρατηγική της να εξισώνει όλους τους εξωθεσμικούς κοινωνικούς αγώνες με την ένοπλη εξέγερση. Το Κομμουνιστικό Κόμμα και το συνδικάτο υποστήριξαν την απόφαση της Fiat, περιορίζοντας την κριτική σε λίγους για κακές λεπτομέρειες.


Σκηνή 3:

Ένα χρόνο αργότερα, το φθινόπωρο του 1980, η Fiat παρουσίασε ένα σχέδιο αναδιάρθρωσης που προέβλεπε τριάντα χιλιάδες απολύσεις. Το φορντιστικό εργοστάσιο επρόκειτο να διαλυθεί και να γίνει χώρος για μελλοντική βιομηχανική αρχαιολογία. Ακολούθησε μια απεργία τριάντα πέντε ημερών στην οποία το Κομμουνιστικό Κόμμα, το οποίο είχε πλέον αποχωρήσει από τον κυβερνητικό συνασπισμό, έριξε όλη την οργανωτική του δύναμη. Ο γενικός γραμματέας του κόμματος, Enrico Berlinguer, πραγματοποίησε συνέλευση στις πύλες του εργοστασίου - ένα γεγονός που τα επόμενα χρόνια έγινε αντικείμενο λατρείας από τους αγωνιστές της επίσημης Αριστεράς. Αλλά ήταν ήδη πολύ αργά. Υποστηρίζοντας την αποπομπή των εξήντα ενός εργατικών ηγετών και καταδικάζοντας και καταστέλλοντας τον αυθόρμητο αγώνα των νεοπροσληφθέντων εργατών, το Κομμουνιστικό Κόμμα και το συνδικάτο είχαν καταστρέψει την εργατική οργάνωση στο εργοστάσιο. Με άλλα λόγια, είχαν πριονίσει το άκρο πάνω στο οποίο και οι ίδιοι, παρ' όλα αυτά, κάθονταν. Μόνο μια ανέντιμη ή αυτοεξαπατώμενη ιστοριογραφία θα μπορούσε να ισχυριστεί ότι η απεργία των τριάντα πέντε ημερών ήταν ο αποφασιστικός αγώνας, το γεγονός της καμπής. Στην πραγματικότητα, όλα είχαν διαδραματιστεί νωρίτερα, μεταξύ 1977 και 1979. Για να κερδίσει τη διαμάχη, η Fiat μπορούσε να βασιστεί στη μαζική της βάση: τους εργάτες μεσαίου επιπέδου, τους εργοδηγούς και τους υπαλλήλους γραφείου. Τον Οκτώβριο του 1980, η Fiat οργάνωσε μια πορεία στο Τορίνο ενάντια στη συνέχιση της απεργίας των εργατών και προσέλκυσε ένα μεγάλο κοινό σαράντα χιλιάδων διαδηλωτών. Το σχέδιο αναδιάρθρωσης της Fiat πέρασε.


Θέση 3

Μεταξύ 1984 και 1989, η ιταλική οικονομία γνώρισε μια σύντομη χρυσή εποχή. Οι δείκτες παραγωγικότητας αυξάνονταν συνεχώς, οι εξαγωγές επεκτείνονταν και το χρηματιστήριο [48, 9 ] παρουσίαζε συνεχή ανάπτυξη. Η αντεπανάσταση ξεδίπλωσε το πρότυπο που ήταν τόσο αγαπητό στον άρρωστο Ναπολέοντα μετά το 1848: Enrichissez-vous, πλουτίστε τους εαυτούς σας. Οι κορυφαίοι τομείς της έκρηξης ήταν τα ηλεκτρονικά, η βιομηχανία επικοινωνιών (ήταν τα χρόνια κατά τα οποία η εταιρεία του Silvio Berlusconi, η Fininvest, αναπτύχθηκε πάρα πολύ), η εκλεπτυσμένη χημική βιομηχανία, η "μεταμοντέρνα" κλωστοϋφαντουργία όπως η Benetton (η οποία οργανώνει άμεσα την εμπορία του προϊόντος) και οι επιχειρήσεις που προμηθεύονται υπηρεσίες και στοιχεία υποδομής. Ακόμα και η αυτοκινητοβιομηχανία, μόλις συρρικνώθηκε και αναδιαρθρώθηκε, συσσώρευσε εξαιρετικά κέρδη για αρκετά χρόνια.

Η φύση της αγοράς εργασίας άλλαξε δραστικά αυτά τα χρόνια. Η απασχόληση ήταν λιγότερο θεσμοθετημένη και βραχυπρόθεσμη. Υπήρξε τεράστια ανάπτυξη της "γκρίζας ζώνης" της ημιαπασχόλησης και της διαλείπουσας ή βραχυχρόνιας εργασίας. Αυτό οδήγησε στην ταχεία εναλλαγή της υπερεκμετάλλευσης και της αδράνειας. Συνολικά, η ζήτηση για βιομηχανική εργασία μειώθηκε. Ο Μαρξ, όταν έγραφε για τον "υπερπληθυσμό" ή τον "εφεδρικό στρατό της μισθωτής εργασίας" (εν συντομία, για τους ανέργους), διέκρινε τρεις τύπους: ρευστό υπερπληθυσμό (σήμερα θα το ονομάζαμε αυτό τζίρο, πρόωρες συνταξιοδοτήσεις κ.ο.κ.), λανθάνουσα υπερπληθυσμό (στον οποίο η τεχνολογική καινοτομία θα μπορούσε να μειώσει την εργασία ανά πάσα στιγμή) και στάσιμο υπερπληθυσμό (που περιλαμβάνει την παράνομη εργασία, την υπόγεια εργασία και την εργασία χωρίς εργασιακή ασφάλεια). Θα μπορούσαμε να πούμε ότι, ξεκινώντας από τα μέσα της δεκαετίας του 1980, οι έννοιες με τις οποίες ο Μαρξ ανέλυσε τον βιομηχανικό εφεδρικό στρατό εφαρμόστηκαν τώρα αντί για τον τρόπο ύπαρξης της ίδιας της εργατικής τάξης. Το σύνολο της απασχολούμενης εργατικής δύναμης βίωνε τη δομική συνθήκη του "υπερπληθυσμού" (είτε ρευστού, είτε λανθάνοντος, είτε στάσιμου). Η εργατική δύναμη ήταν πάντα δυνητικά περιττή.

Η έννοια του "επαγγελματισμού" επαναπροσδιορίστηκε έτσι ριζικά. Αυτό που εκτιμάται και απαιτείται από τον μεμονωμένο εργαζόμενο δεν περιλαμβάνει πλέον τις "αρετές" που παραδοσιακά αποκτώνται στον εργασιακό χώρο ως αποτέλεσμα της βιομηχανικής πειθαρχίας. Οι πραγματικά αποφασιστικές ικανότητες που απαιτούνται για την ολοκλήρωση των καθηκόντων που απαιτεί η μεταφορντική παραγωγή είναι αυτές που αποκτώνται εκτός των διαδικασιών της άμεσης παραγωγής, στον "κόσμο της ζωής". Με άλλα λόγια, ο επαγγελματισμός δεν έχει γίνει πλέον τίποτε άλλο από μια γενική κοινωνικότητα, μια ικανότητα διαμόρφωσης διαπροσωπικών σχέσεων, μια ικανότητα για την κατάκτηση πληροφοριών και την ερμηνεία γλωσσικών μηνυμάτων και μια ικανότητα προσαρμογής σε συνεχείς και ξαφνικές ανακατατάξεις. Το κίνημα του '77 τέθηκε έτσι σε λειτουργία. Ο νομαδισμός του, η απέχθειά του για μια σταθερή δουλειά, η επιχειρηματική του αυτάρκεια, ακόμη και η προτίμησή του για ατομική αυτονομία και πειραματισμό, συγκεντρώθηκαν στην καπιταλιστική οργάνωση της παραγωγής. Αρκεί, για παράδειγμα, να αναφέρουμε τη μαζική ανάπτυξη στην Ιταλία τη δεκαετία του 1980 της "αυτόνομης εργασίας", ή μάλλον του συνόλου των μικροεπιχειρήσεων, οι οποίες μερικές φορές ήταν κάτι περισσότερο από οικογενειακές επιχειρήσεις, που ιδρύθηκαν από εκείνους που προηγουμένως ήταν εξαρτημένοι εργαζόμενοι. Αυτή η "αυτόνομη εργασία" είναι πράγματι η συνέχεια της μετανάστευσης μακριά από το καθεστώς του εργοστασίου που ξεκίνησε το '77, αλλά είναι αυστηρά υποταγμένη στις μεταβλητές απαιτήσεις των μεγάλων επιχειρήσεων -ή, ακριβέστερα, είναι ο συγκεκριμένος τρόπος με τον οποίο οι μεγαλύτεροι ιταλικοί βιομηχανικοί όμιλοι κατάφεραν να ξεφύγουν από ένα μέρος του κόστους παραγωγής τους. Η αυτόνομη εργασία συμπίπτει σχεδόν πάντα με εξαιρετικά υψηλά επίπεδα αυτοεκμετάλλευσης.


Θέση 4

Το Σοσιαλιστικό Κόμμα (PSI), με επικεφαλής τον Bettino Craxi, ο οποίος διετέλεσε πρωθυπουργός από το 1983 έως το 1987, ήταν για ένα σημαντικό χρονικό διάστημα η πολιτική οργάνωση που κατανόησε και ερμήνευσε καλύτερα τον παραγωγικό, κοινωνικό και πολιτισμικό μετασχηματισμό που συντελούνταν στην Ιταλία.

Στα τέλη της δεκαετίας του 1970 και στις αρχές της δεκαετίας του 1980, το Σοσιαλιστικό Κόμμα, στην προσπάθειά του να διασφαλίσει την επιβίωσή του, διεξήγαγε ένα είδος ανταρτοπόλεμου ενάντια στη συνεπή πολιτική των δύο μεγάλων κομμάτων, των Χριστιανοδημοκρατών και των Κομμουνιστών, για την αναζήτηση συμφωνίας σε μείζονα νομοθετικά και κυβερνητικά ζητήματα. Για το λόγο αυτό, κατά την περίοδο που ο Άλντο Μόρο κρατούνταν αιχμάλωτος από τις Ερυθρές Ταξιαρχίες, ο Craxi αντιτάχθηκε στη γραμμή χωρίς συμβιβασμούς (που προωθούσαν οι κομμουνιστές και αποδέχονταν οι Χριστιανοδημοκράτες), υποστηρίζοντας αντίθετα τις διαπραγματεύσεις με τους τρομοκράτες για την απελευθέρωση του ομήρου. Για τον ίδιο λόγο, το Σοσιαλιστικό Κόμμα αντιτάχθηκε στους ειδικούς νόμους για τη δημόσια τάξη, στη λογική της "έκτακτης ανάγκης" και στον περιορισμό των πολιτικών ελευθεριών προκειμένου να καταπολεμηθούν οι παράνομες ένοπλες ομάδες. Προκειμένου να ξεφύγει από τον ασφυκτικό εναγκαλισμό των δύο μεγάλων εταίρων του (των κομμουνιστών και των χριστιανοδημοκρατών), το Σοσιαλιστικό Κόμμα τοποθετήθηκε ως ένα πολιτικό στοιχείο που αρνήθηκε να προσκυνήσει τους "λόγους του κράτους". Οι ειδωλολάτρες δεν θα τους συγχωρήσουν ποτέ. Ως αποτέλεσμα αυτών των μάλλον ελευθεριακών θέσεων, το Σοσιαλιστικό Κόμμα κέρδισε την εύνοια ορισμένων στοιχείων που είχαν συμμετάσχει προηγουμένως στην άκρα Αριστερά, εκτός από διάφορα άλλα κοινωνικά υποκείμενα που είχαν ανθίσει κατά μήκος του αρχιπελάγους του κινήματος του '77.

Για αρκετά χρόνια το Σοσιαλιστικό Κόμμα κατόρθωσε να προσφέρει μια μερική πολιτική εκπροσώπηση στα στρώματα της εξαρτημένης εργασίας που ήταν το συγκεκριμένο αποτέλεσμα της καπιταλιστικής αναδιαμόρφωσης της παραγωγής. Ειδικότερα, επηρέασε και προσέλκυσε τη "μαζική διανόηση" - με άλλα λόγια, εκείνους που εργάζονται παραγωγικά με πρώτες ύλες τη γνώση, την πληροφόρηση και την επικοινωνία. Θέλω να είμαι σαφής σε αυτό το σημείο. Υπάρχουν αρκετά παραδείγματα σε διαφορετικές περιόδους και διαφορετικά εθνικά πλαίσια όπου τα αντιδραστικά κόμματα αποτελούνταν από αγρότες ή ανέργους [250, 1] - σκεφτείτε, για παράδειγμα, το λαϊκιστικό κίνημα στις Ηνωμένες Πολιτείες στα τέλη του δέκατου ένατου αιώνα. Με τον ίδιο τρόπο, στην Ιταλία της δεκαετίας του 1980, το Σοσιαλιστικό Κόμμα ήταν το αντιδραστικό κόμμα της μαζικής διανόησης. Αυτό σημαίνει ότι δημιούργησε μια αποτελεσματική σύνδεση με την κατάσταση, τη νοοτροπία, τις επιθυμίες και τις μορφές ζωής αυτής της εργατικής δύναμης, αλλά τα έστρεψε όλα προς τα δεξιά. Η σύνδεση ήταν πραγματική και η στροφή αλάνθαστη. Αν αγνοήσει κανείς μία από αυτές τις πτυχές, το όλο φαινόμενο γίνεται ακατανόητο.

Το Σοσιαλιστικό Κόμμα οργάνωσε τα υψηλότερα στοιχεία (από άποψη θέσης και εισοδήματος) της μαζικής διανόησης ενάντια στην υπόλοιπη εξαρτημένη εργατική δύναμη. Αρθρώθηκε σε ένα νέο σύστημα ιεραρχιών και προκρίθηκε η υπεροχή της γνώσης και της πληροφορίας στην παραγωγική διαδικασία. Προώθησε μια κουλτούρα στην οποία η "διαφορά" έγινε συνώνυμη της ανισότητας, της κοινωνικής θέσης και της καταπίεσης, τρέφοντας τον μύθο του "λαϊκού φιλελευθερισμού".



Θέση 5

Σε αντίθεση με ό,τι συνέβη στη Γαλλία και τις Ηνωμένες Πολιτείες, στην Ιταλία η λεγόμενη μεταμοντέρνα σκέψη δεν είχε θεωρητική συνοχή, αλλά άμεση πολιτική σημασία. Πιο συγκεκριμένα, υπήρξε ένα είδος σκέψης εν μέρει παρηγορητικής (επειδή προσπάθησε να καταδείξει την "αναγκαιότητα" της ήττας των ταξικών κινημάτων της δεκαετίας του 1970) και εν μέρει απολογητικής (επειδή δεν κουράστηκε ποτέ να υμνεί την παρούσα κατάσταση των πραγμάτων, εξυμνώντας τις δυνατότητες που ενυπάρχουν στην "κοινωνία της γενικευμένης επικοινωνίας"). Η μεταμοντέρνα σκέψη προσέφερε μια μαζική ιδεολογία στην αντεπανάσταση της δεκαετίας του 1980. Όλη η συζήτηση για το "τέλος της ιστορίας" δημιούργησε στην Ιταλία μια ευφορική παραίτηση. Ο αδιάκριτος ενθουσιασμός για τον πολλαπλασιασμό των τρόπων ζωής και των πολιτιστικών στυλ αποτελούσε ένα μικρό μεταφυσικό προ-αποθετήριο, απόλυτα λειτουργικό για την επιχείρηση δικτύου, τις ηλεκτρονικές τεχνολογίες και την αιώνια ανασφάλεια της εργασιακής σχέσης. Οι μεταμοντέρνοι ιδεολόγοι, που συχνά δρούσαν στα μέσα ενημέρωσης, ανέλαβαν το ρόλο της επιβολής μιας άμεσης ηθικοπολιτικής κατεύθυνσης στη μεταφορντική εργατική εξουσία, καλύπτοντας ως ένα βαθμό τη λειτουργία που παραδοσιακά έπαιζαν οι κομματικοί αξιωματούχοι.


Τρίτο Παρεκβαση: Ιταλική ιδεολογία

Στη δεκαετία του 1980, οι κυρίαρχες ιδέες πολλαπλασιάστηκαν, διαφοροποιήθηκαν και εκφράστηκαν σε χίλιες και μία διαλέκτους, ενίοτε πικρά η μία εναντίον της άλλης. Η καπιταλιστική νίκη στο τέλος της προηγούμενης δεκαετίας επέτρεψε έναν αχαλίνωτο πλουραλισμό: "Υπάρχει χώρος πίσω", όπως λέει η πινακίδα στο λεωφορείο. Και όμως, η ενασχόληση με την "ιταλική ιδεολογία" απαιτεί να εντοπίσουμε αυτή την αυτοϊκανοποιημένη διάσπαση σε ένα ενιαίο κέντρο βάρους, σε στέρεες κοινές προϋποθέσεις. Σημαίνει να διερευνήσουμε τις διασταυρώσεις, τις συνενοχές και τις συμπληρωματικότητες μεταξύ θέσεων που είναι φαινομενικά πολύ μακριά.

Πώς η ιταλική κουλτούρα της δεκαετίας του 1980 μοιάζει με σκηνή φάτνης, με γαϊδούρια, Μάγους, βοσκούς, αγία οικογένεια και ούτω καθεξής - διάφορες μάσκες για ένα ενιαίο θέαμα; Μια πτυχή είναι η διαδεδομένη τάση να φυσικοποιούνται οι διάφορες κοινωνικές δυναμικές. Για άλλη μια φορά η κοινωνία αναδιαμορφώθηκε ως μια "δεύτερη φύση" προικισμένη με ακατονόμαστους αντικειμενικούς νόμους. Αυτό που διαφέρει, και αυτό είναι το πραγματικά αξιοσημείωτο σημείο, είναι ότι στις καθημερινές κοινωνικές σχέσεις εφαρμόζονται τα μοντέλα, οι κατηγορίες και οι μεταφορές της μετακλασικής επιστήμης: Η θερμοδυναμική του Prigogine αντί της νευτώνειας γραμμικής αιτιότητας, η κβαντική φυσική στη θέση της παγκόσμιας βαρύτητας και ο σοφιστικέ βιολογισμός της θεωρίας συστημάτων του Luhmann αντί του "μύθου των μελισσών" του Mandeville. Τα ιστορικο-κοινωνικά φαινόμενα ερμηνεύονται με βάση έννοιες όπως η εντροπία, τα φράκταλ και η αυτοποίηση. Οι κοινωνικές συνθέσεις προτείνονται με βάση την αρχή της απροσδιοριστίας και το παράδειγμα της αυτοαναφορικότητας.

Η μεταμοντέρνα ιταλική ιδεολογία προϋποθέτει την κοινωνιολογική χρήση της κβαντικής φυσικής και την ερμηνεία των παραγωγικών δυνάμεων ως αιτιώδης κινητήρας των στοιχειωδών σωματιδίων. Αλλά από πού προέρχεται αυτή η ανανεωμένη τάση να αντιμετωπίζεται η κοινωνία ως φυσική τάξη; Και το σημαντικότερο, αν εφαρμοστεί στις κοινωνικές σχέσεις, τι είδους έκτακτες μεταλλάξεις είναι αυτές οι απροσδιόριστες και αυτοαναφορικές έννοιες της σύγχρονης φυσικής επιστήμης, που είναι ταυτόχρονα σύμπτωμα και μυστικοποίηση; Μπορούμε να διακινδυνεύσουμε αυτή τη δοκιμαστική απάντηση: η μεγάλη καινοτομία που υποκρύπτει αυτή η πρόσφατη και πολύ συγκεκριμένη φυσικοποίηση της ιδέας της κοινωνίας έχει να κάνει με το ρόλο της εργασίας. Η αδιαφάνεια που φαίνεται να αφορά τις συμπεριφορές των ατόμων και των ομάδων απορρέει από τη φθίνουσα σημασία της εργασίας (βιομηχανικής, χειρωνακτικής και επαναλαμβανόμενης εργασίας) τόσο στην παραγωγή πλούτου όσο και στη διαμόρφωση ταυτοτήτων, "εικόνων του κόσμου" και αξιών. Αυτή η "αδιαφάνεια" είναι σίγουρα κατάλληλη για μια απροσδιοριστική αναπαράσταση. Ενώ η εργασία χάνει τη λειτουργία της ως πρωταρχικός κοινωνικός σύνδεσμος, καθίσταται αδύνατο να εντοπιστεί η "θέση" των απομονωμένων σωμάτων, η "κατεύθυνσή" τους ή το αποτέλεσμα των μεταξύ τους ενεργειών. Η απροσδιοριστία επιτείνεται, εξάλλου, από το γεγονός ότι η μεταφορντική παραγωγική δραστηριότητα δεν διαμορφώνεται πλέον ως μια σιωπηλή αλυσίδα αιτίου και αποτελέσματος, προγενέστερων και επόμενων, αλλά μάλλον μέσω της γλωσσικής επικοινωνίας, και επομένως μέσω μιας διαδραστικής συσχέτισης στην οποία κυριαρχεί η ταυτόχρονη ύπαρξη και δεν υπάρχει μονοσήμαντη αιτιώδης κατεύθυνση. Η ιταλική ιδεολογία ("αδύναμη σκέψη", η αισθητική του θραύσματος, [252, 3] η κοινωνιολογία της "πολυπλοκότητας" κ.ο.κ.) αντιλαμβάνεται, αλλά και υποβαθμίζει στη φύση, τη νέα σύνδεση της γνώσης, της επικοινωνίας και της παραγωγής.


Θέση 6

Ποιες είναι οι μορφές αντίστασης στην αντεπανάσταση; Και ποιες είναι οι συγκρούσεις που αναδύονται από το νέο ιταλικό κοινωνικό τοπίο, το οποίο η αντεπανάσταση έχει ορίσει τόσο εμφανώς; Θα ήταν χρήσιμο, πρώτα απ' όλα, να ξεκαθαρίσουμε ένα αρνητικό σημείο: στον κατάλογο αυτών των μορφών και συγκρούσεων δεν περιλαμβάνεται η πρακτική των Ιταλών Πρασίνων. Ενώ στη Γερμανία και αλλού ο οικολογισμός κληρονόμησε θέματα και ζητήματα από το 1968, στην Ιταλία αντίθετα ο οικολογισμός γεννήθηκε ενάντια στους ταξικούς αγώνες της δεκαετίας του 1970. Ήταν ένα μετριοπαθές πολιτικό κίνημα, γεμάτο από εκείνους που είχαν αποκηρύξει και καταγγείλει τη ριζοσπαστική δράση. Άλλες συλλογικές εμπειρίες των τελευταίων χρόνων θα μας φανούν πιο χρήσιμες εδώ: πρώτον, τα "κοινωνικά κέντρα" που ιδρύθηκαν από νέους σε όλη την Ιταλία, δεύτερον, οι επιτροπές της εξωσυνδικαλιστικής βάσης που δημιουργήθηκαν στους χώρους εργασίας από τα μέσα της δεκαετίας του '80 και τρίτον, το φοιτητικό κίνημα που το 1990 παρέλυσε για αρκετούς μήνες την πανεπιστημιακή δραστηριότητα, αντιμετωπίζοντας κριτικά τον "σκληρό πυρήνα" του μεταφορντισμού, ή μάλλον την κεντρική θέση της γνώσης στην παραγωγική διαδικασία.

Τα κοινωνικά κέντρα, τα οποία αναπτύχθηκαν σε όλη τη χώρα από τις αρχές της δεκαετίας του 1980, έδωσαν σώμα σε μια επιθυμία για απόσχιση-απόσχιση από τις κυρίαρχες μορφές ζωής, από τους μύθους και τις τελετουργίες των νικητών και από το θόρυβο των μέσων ενημέρωσης. Αυτή η απόσχιση εκφράζεται ως μια εκούσια περιθωριοποίηση, ένα αυτοεπιβαλλόμενο γκέτο, ένας κόσμος ξεχωριστός. Συγκεκριμένα, ένα "κοινωνικό κέντρο" είναι ένα άδειο κτίριο που καταλαμβάνεται από νέους και μετατρέπεται σε χώρο εναλλακτικών δραστηριοτήτων, όπως συναυλίες, θέατρο, συλλογική καφετέρια, βοήθεια για ξένους μετανάστες και δημόσιες συζητήσεις. Σε ορισμένες περιπτώσεις, τα κέντρα έχουν δώσει λαβή σε μικρές καλλιτεχνικές επιχειρήσεις, θυμίζοντας το παλιό μοντέλο του σοσιαλιστικού "συνεταιρισμού" των αρχών του αιώνα. Σε γενικές γραμμές, ωστόσο, προώθησαν (ή στην πραγματικότητα μόνο υπαινίχθηκαν) ένα είδος δημόσιας σφαίρας που δεν φιλτράρεται από τους κρατικούς μηχανισμούς. Με τον όρο δημόσια σφαίρα εννοώ ένα περιβάλλον ελεύθερης συζήτησης για ζητήματα κοινού ενδιαφέροντος, από την εθνική οικονομική κρίση μέχρι το αποχετευτικό σύστημα της γειτονιάς, από τους πολέμους στην πρώην Γιουγκοσλαβία μέχρι τα προσωπικά προβλήματα με τα ναρκωτικά. Τα τελευταία χρόνια, ένας μεγάλος αριθμός των κέντρων έχει αξιοποιήσει τα εναλλακτικά δίκτυα υπολογιστών που κυκλοφορούν πολιτικά έγγραφα, ψίθυρους και κραυγές από το κοινωνικό "υπόγειο", ειδήσεις από κοινωνικούς αγώνες και προσωπικά μηνύματα. Συνολικά, η εμπειρία των κοινωνικών κέντρων ήταν μια προσπάθεια να δοθεί αυτόνομη φυσιογνωμία και θετικό περιεχόμενο στον αυξανόμενο χρόνο της μη εργασίας. Η προσπάθεια αυτή εμποδίστηκε, ωστόσο, από την τάση να κατασκευαστεί αυτό που στην Ιταλία φαντάζεται ως "ινδιάνικος καταυλισμός", ένα είδος ξεχωριστής και απομονωμένης κοινότητας, η οποία, σχεδόν πάντα, σημάδεψε (και στεναχώρησε) την εμπειρία. Οι επιτροπές εργατικής βάσης, γνωστές ως Cobas (Comitati di base)σχηματίστηκαν αρχικά μεταξύ των εκπαιδευτικών (των οποίων η αξιομνημόνευτη και νικηφόρα εργατική διαμάχη σταμάτησε τα σχολεία το 1987), των σιδηροδρομικών και των υπαλλήλων των δημόσιων υπηρεσιών. Στη συνέχεια, οι Cobas εξαπλώθηκαν σε ορισμένο αριθμό εργοστασίων (ιδίως στο εργοστάσιο της Alfa Romeo, όπου υπονόμευσαν το παραδοσιακό συνδικάτο (CGIL) στις εσωτερικές εκλογές). Οι επιτροπές βάσης οδήγησαν αρκετές σχετικά σοβαρές συγκρούσεις για τους μισθούς και τις συνθήκες εργασίας. Αρνούνται να θεωρηθούν "νέο συνδικάτο", επιδιώκοντας μάλλον να συνδεθούν με τα κοινωνικά κέντρα και τους φοιτητές και επιχειρώντας έτσι να σκιαγραφήσουν ένα περίγραμμα μορφών πολιτικής οργάνωσης στο επίπεδο της μεταφορντικής "πολυπλοκότητας". Δίνουν φωνή, πάνω απ' όλα, σε ένα αίτημα για δημοκρατία. Αυτή η δημοκρατία στρέφεται κατά των νομοθετικών μέτρων που καθ' όλη τη διάρκεια της δεκαετίας του 1980 αναίρεσαν ουσιαστικά το δικαίωμα απεργίας των δημοσίων υπαλλήλων. Απευθύνεται επίσης κατά του συνδικάτου εν γένει, το οποίο, έχοντας εκτοπιστεί από τις νέες παραγωγικές διαδικασίες, επαναπροσδιορίστηκε ως μια αυταρχική κρατική δομή, υιοθετώντας μεθόδους και διαδικασίες αντάξιες μιας μονοπωλιακής εμπιστοσύνης. Η τύχη της Cobas έφτασε στο αποκορύφωμά της το φθινόπωρο του 1992 κατά τη διάρκεια των απεργιών διαμαρτυρίας που ακολούθησαν τον οικονομικό ελιγμό της κυβέρνησης Amato (η οποία μείωσε δραστικά τις "κοινωνικές δαπάνες", τις συντάξεις, την ιατρική βοήθεια κ.ο.κ.). Σε όλες τις μεγάλες ιταλικές πόλεις υπήρξαν βίαιες διαδηλώσεις κατά του συνδικαλιστικού "δωσιλογισμού" και οι αντιδιαδηλώσεις της Cobas διέκοψαν τις συνδικαλιστικές συναντήσεις. Ήταν μια μικρή Τιενανμέν, η οποία άρχισε να ξεκαθαρίζει λογαριασμούς με το "κρατικό μονοπωλιακό συνδικάτο".

Ενώ τα κοινωνικά κέντρα και οι Cobas ενσάρκωναν, περισσότερο ή λιγότερο αποτελεσματικά, τις αρετές της "αντίστασης", το φοιτητικό κίνημα (που ονομάστηκε κίνημα των Πανθήρων επειδή η γέννησή του τον Φεβρουάριο του 1990 συνέπεσε με την ευτυχή φυγή ενός πάνθηρα από τον ρωμαϊκό ζωολογικό κήπο) φάνηκε να παραπέμπει, τουλάχιστον για μια στιγμή, σε μια αληθινή και σωστή "αντεπίθεση" της μαζικής διανόησης. Η συγκυρία μεταξύ γνώσης και παραγωγής, που μέχρι τότε είχε δείξει μόνο το καπιταλιστικό της πρόσωπο, παρουσιάστηκε ξαφνικά ως μοχλός που μπορούσε να χρησιμοποιηθεί για την προώθηση των συγκρούσεων και ως πολύτιμος πολιτικός πόρος. Τα πανεπιστήμια που είχαν καταληφθεί σε ένδειξη διαμαρτυρίας για το κυβερνητικό σχέδιο "ιδιωτικοποίησης" της διδασκαλίας έγιναν, για αρκετούς μήνες, σημείο αναφοράς για εκείνη την άυλη εργασία (ερευνητές, τεχνικοί, ειδικοί στους υπολογιστές, καθηγητές, εργαζόμενοι στην πολιτιστική βιομηχανία κ.ο.κ.) που στις μεγάλες πόλεις εξακολουθούσε να εμφανίζεται μόνο ως διασκορπισμένη σε χίλια ξεχωριστά ρεύματα, χωρίς καμία συλλογική δύναμη. Το κίνημα των Πάνθηρων όμως γρήγορα έσβησε, αποτελώντας κάτι περισσότερο από ένα σύμπτωμα ή έναν οιωνό. Δεν κατόρθωσε να προσδιορίσει τους κατάλληλους 254, 5 στόχους που θα εξασφάλιζαν τη συνέχεια της πολιτικής δράσης. Παρέμεινε παράλυτο, αναλύοντας τον εαυτό του, αναλογιζόμενο τον ίδιο του τον ομφαλό. Η υπνωτική αυτοαναφορικότητα ξεκαθάρισε, ωστόσο, ένα σημαντικό σημείο: προκειμένου η μαζική διανόηση να εισέλθει στην πολιτική σκηνή και να καταστρέψει ό,τι αξίζει να καταστραφεί, δεν μπορεί να περιοριστεί σε μια σειρά αρνήσεων, αλλά ξεκινώντας από τον εαυτό της πρέπει να παραδειγματίσει θετικά μέσω της κατασκευής και του πειραματισμού τι μπορούν να κάνουν οι άνδρες και οι γυναίκες έξω από την καπιταλιστική σχέση.


Θέση 7

Το1989, η κατάρρευση του "πραγματικού σοσιαλισμού" αναστάτωσε το πολιτικό σύστημα στην Ιταλία με πολύ πιο ριζοσπαστικό τρόπο από ό,τι στις άλλες χώρες της Δυτικής Ευρώπης (συμπεριλαμβανομένης της Γερμανίας, παρά τις επιπτώσεις της επανένωσης). Αυτός ο απρόβλεπτος σεισμός, ο οποίος συνέπεσε με βαριά σοκ οικονομικής ύφεσης, εμπόδισε την πλήρη ανάδυση ενός "αντίδοτου" στην καπιταλιστική εποχή της δεκαετίας του 1980, δηλαδή ενός συνόλου κοινωνικών αγώνων που είχαν ως στόχο να επιτύχουν τουλάχιστον μια φυσιολογική επανεξισορρόπηση στην κατανομή του εισοδήματος. Τα μηνύματα που εκτόξευσε το κίνημα Cobas και το κίνημα Panther, αντί να φτάσουν σε ένα κρίσιμο κατώφλι και να εξαπλωθούν σε διαρκείς μαζικές πρακτικές, καλύφθηκαν και βυθίστηκαν από το θόρυβο της θεσμικής αποτυχίας της Ιταλίας. Τα υποκείμενα και οι ανάγκες που προέκυψαν από τον μεταφορντικό τρόπο παραγωγής, μακριά από το να παρουσιάσουν τα αιτήματά τους στον απρόσεκτο μαθητευόμενο μάγο, έπρεπε να φορέσουν παραπλανητικές μάσκες που έκρυβαν τη φυσιογνωμία τους. Η ταχεία ανατροπή της Πρώτης Δημοκρατίας υπερπροσδιόρισε σε σημείο που να κάνει αγνώριστη την ταξική δυναμική της "επιχειρηματικής Ιταλίας" (για να χρησιμοποιήσουμε μια έκφραση αγαπητή στον Σίλβιο Μπερλουσκόνι).

Η πτώση του τείχους του Βερολίνου δεν ήταν η αιτία της ιταλικής θεσμικής κρίσης, αλλά μάλλον η εξωγενής περίσταση στην οποία φάνηκε να ανθίζει και στην οποία έγινε εμφανής σε κάθε παρατηρητή. Το εθνικό πολιτικό σύστημα έπασχε από μια μακροχρόνια ασθένεια που δεν είχε καμία σχέση με τη σύγκρουση Ανατολής-Δύσης -μια ασθένεια της οποίας η επώαση άρχισε τη δεκαετία του 1970. Το σύστημα μαράζωνε από την κατανάλωση: τον μαρασμό της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας, των κανόνων και των διαδικασιών που τη χαρακτηρίζουν, καθώς και των ίδιων των θεμελίων στα οποία στηρίζεται. Η καταστροφή των καθεστώτων της Ανατολικής Ευρώπης είχε μεγαλύτερη επίδραση στην Ιταλία απ' ό,τι αλλού, ακριβώς επειδή προσέφερε το θεατρικό κοστούμι για μια εντελώς διαφορετική τραγωδία, ακριβώς επειδή επικάθισε σε μια κρίση διαφορετικής προέλευσης.

Η παρακμή της κοινωνίας της εργασίας είναι αυτή που έριξε τους μηχανισμούς της πολιτικής αντιπροσώπευσης σε βαθιά αταξία. Στην Ιταλία, από τον Β' Παγκόσμιο Πόλεμο και μετά, η πολιτική αντιπροσώπευση βασιζόταν στην ταυτότητα μεταξύ "παραγωγών" και "πολιτών". Το άτομο εκπροσωπήθηκε στην εργασία και η εργασία εκπροσωπήθηκε στο κράτος- αυτός ήταν ο πρωταρχικός άξονας της βιομηχανικής δημοκρατίας (αλλά και του κράτους της Παγκόσμιας Τράπουλας). Αυτός ο άξονας είχε ήδη καταρρεύσει όταν οι κυβερνήσεις της "εθνικής αλληλεγγύης" στα τέλη της δεκαετίας του 1970 θέλησαν να γιορτάσουν με μισαλλόδοξο ζήλο τις συνεχιζόμενες αξίες του. Ο άξονας κατέρρευσε στα επόμενα χρόνια, όταν ο μεγάλος μετασχηματισμός των παραγωγικών δομών ήταν σε πλήρη εξέλιξη. Το απλώς υπολειμματικό βάρος της προσωποπαγούς εργασίας στην παραγωγή του πλούτου, ο καθοριστικός ρόλος που παίζουν σε αυτήν οι αφηρημένες γνώσεις και η γλωσσική επικοινωνία, καθώς και το γεγονός ότι οι διαδικασίες κοινωνικοποίησης έχουν το κέντρο βάρους τους εκτός του εργοστασίου και του γραφείου -όλα αυτά έκοψαν τους θεμελιώδεις δεσμούς της Πρώτης Δημοκρατίας, η οποία, όπως λέει το ιταλικό Σύνταγμα, "στηρίζεται στην εργασία". Οι μεταφορντικοί εργάτες είναι αυτοί που πρώτοι απομακρύνθηκαν από τη λογική της πολιτικής εκπροσώπησης. Δεν αναγνωρίζουν τον εαυτό τους σε ένα "γενικό συμφέρον" και δεν είναι ποτέ πρόθυμοι να ενταχθούν στην κρατική μηχανή. Με επιφυλακτικότητα ή μίσος, παραμένουν αμήχανα στις παρυφές των πολιτικών κομμάτων, θεωρώντας τα μόνο ως φτηνούς εγγαστρίμυθους των συλλογικών ταυτοτήτων.

Αυτή η κατάσταση ανοίγει δύο δυνατότητες που δεν είναι μόνο διαφορετικές αλλά και εκ διαμέτρου αντίθετες. Η πρώτη είναι η χειραφέτηση της έννοιας της δημοκρατίας από την έννοια της αντιπροσώπευσης, και επομένως η επινόηση και η πρακτική μη αντιπροσωπευτικών μορφών δημοκρατίας. Αυτή δεν είναι, σαφώς, η ψευδής σωτηρία που θα προέκυπτε από μια απλή απλοποίηση της πολιτικής. Αντιθέτως, η μη αντιπροσωπευτική δημοκρατία απαιτεί ένα εξίσου σύνθετο και εξελιγμένο λειτουργικό στυλ. Στην πραγματικότητα, συγκρούεται άμεσα με τους κρατικούς διοικητικούς μηχανισμούς, διαβρώνοντας τα προνόμιά τους και απορροφώντας τις αρμοδιότητές τους. Η προσπάθεια να μεταφραστούν σε πολιτική δράση οι ίδιες αυτές παραγωγικές δυνάμεις -η επικοινωνία, η γνώση, η επιστήμη- είναι αυτό που έχει βαρύτητα στη μεταφορντική παραγωγική διαδικασία. Αυτή η πρώτη δυνατότητα παρέμεινε και θα συνεχίσει να παραμένει στο παρασκήνιο για αρκετό καιρό ακόμη. Αντίθετα, έχει επικρατήσει η αντίθετη δυνατότητα: η δομική αποδυνάμωση της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας έχει αρχίσει να θεωρείται ως ένας τείνων περιορισμός της πολιτικής συμμετοχής, ή μάλλον της δημοκρατίας tout court. Στην Ιταλία, αυτοί που εφαρμόζουν τη θεσμική μεταρρύθμιση έχουν ισχυροποιηθεί μέσω της στέρεης και μη αναστρέψιμης κρίσης της αντιπροσώπευσης, χρησιμοποιώντας την για τη νομιμοποίηση μιας αυταρχικής αναδιοργάνωσης του κράτους.


Θέση 8

Κατά τη διάρκεια της δεκαετίας του 1980 υπήρξαν πολλά και αδιαμφισβήτητα συμπτώματα που έδειχναν το άδοξο τέλος της Πρώτης Δημοκρατίας στην Ιταλία. Η πτώση της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας προαναγγέλθηκε από διάφορα σημάδια, μεταξύ των οποίων τα ακόλουθα:

[256, 7] η "έκτακτη ανάγκη" (δηλαδή η προσφυγή σε ειδικούς νόμους και η συγκρότηση έκτακτων οργανισμών για την εφαρμογή των νόμων αυτών) ως σταθερή μορφή διακυβέρνησης, ως αποδεκτή θεσμική τεχνική για την αντιμετώπιση, κατά καιρούς, του ένοπλου λαθρομετανάστευσης, του δημόσιου χρέους ή των μεταναστευτικών προβλημάτων- η μεταφορά αρκετών λειτουργιών του πολιτικοκοινοβουλευτικού συστήματος στη διοικητική σφαίρα και, ως εκ τούτου, η επικράτηση των γραφειοκρατικών "διαταγμάτων" έναντι των νόμων, η υπέρτατη εξουσία του δικαστή (που επιβεβαιώθηκε κατά την καταστολή της τρομοκρατίας) και ο ρόλος του ως υποκατάστατου της πολιτικής που του δίνει αυτή η εξουσία- και οι ανώμαλες συμπεριφορές του προέδρου Κοσίγκα, ο οποίος στα τελευταία χρόνια της θητείας του άρχισε να ενεργεί "σαν να' ταν" η Ιταλία προεδρική (και όχι κοινοβουλευτική) δημοκρατία.

Μετά την πτώση του Τείχους του Βερολίνου, όλα τα συμπτώματα της επικείμενης κρίσης συμπυκνώθηκαν στην εκστρατεία (που υποστηρίχθηκε σχεδόν ομόφωνα από όλα τα θεσμικά κόμματα από τη Δεξιά έως την Αριστερά) για να κερδηθεί η δημόσια υποστήριξη για την εκκαθάριση του πιο ορατού συμβόλου της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας: το αναλογικό κριτήριο των εκλογών για τη νομοθετική συνέλευση. Το 1993, αφού ένα δημοψήφισμα κατήργησε τα παλαιά πρότυπα, εισήχθη ένα πλειοψηφικό εκλογικό σύστημα. Το γεγονός αυτό, σε συνδυασμό με τη δικαστική επιχείρηση που ονομάστηκε mani pu/ite (καθαρά χέρια), η οποία έφερε κατηγορίες για διαφθορά εναντίον μεγάλου μέρους της πολιτικής τάξης, επιτάχυνε ή ολοκλήρωσε την αναίρεση των παραδοσιακών κομμάτων. Ήδη από το 1990, όπως σημείωσα, το Ιταλικό Κομμουνιστικό Κόμμα είχε μετασχηματιστεί σε Δημοκρατικό Κόμμα της Αριστεράς, εγκαταλείποντας κάθε εναπομείνασα αναφορά σε ταξική βάση και προτείνοντας τον εαυτό του ως "ελαφρύ" κόμμα ή κόμμα της κοινής γνώμης. Το Χριστιανοδημοκρατικό Κόμμα υποβαθμίστηκε σιγά-σιγά μέχρι το 1994, όταν και αυτό άλλαξε το όνομά του, και έγινε Λαϊκό Κόμμα. Τα μικρότερα κόμματα του κέντρου (συμπεριλαμβανομένου του Σοσιαλιστικού Κόμματος, το οποίο από πολλές απόψεις είχε προβλέψει την ανάγκη για ριζική θεσμική μεταρρύθμιση) εξαφανίστηκαν σχεδόν εν μία νυκτί.

Σε κάθε περίπτωση, η εξέχουσα πτυχή του παρατεταμένου σπασμού που συγκλόνισε το ιταλικό πολιτικό σύστημα στις αρχές της δεκαετίας του 1990 είναι η διαμόρφωση μιας νέας Δεξιάς. Αυτή δεν είναι σε καμία περίπτωση μια συντηρητική Δεξιά, αλλά μάλλον μια Δεξιά αφοσιωμένη στην καινοτομία, που επενδύει σε μεγάλο βαθμό στην έννοια της εξαρτημένης εργασίας και είναι ικανή να δώσει μια κομματική έκφραση στις κύριες παραγωγικές δυνάμεις της εποχής μας.



Θέση 9

Η νέα Δεξιά, η οποία ήρθε στην εξουσία με τις πολιτικές εκλογές του 1994, συγκροτείται κυρίως από δύο οργανωτικά υποκείμενα: τη Λέγκα του Βορρά (Λέγκα του Βορρά), που έχει τις ρίζες της αποκλειστικά στα βόρεια τμήματα της χώρας, και τη Φόρτσα Ιτάλια (Πάμε Ιταλία), το κόμμα με επίκεντρο τον Σίλβιο Μπερλουσκόνι, ιδιοκτήτη πολλών τηλεοπτικών σταθμών, εκδοτικών οίκων, κατασκευαστικών εταιρειών και μεγάλων καταστημάτων λιανικής πώλησης.

Η Λέγκα του Βορρά επικαλείται τον μύθο της εθνικής αυτοδιάθεσης, της επανίδρυσης των ριζών: ο βόρειος πληθυσμός πρέπει να αξιοποιήσει τις παραδόσεις και τα έθιμά του, χωρίς να εκχωρήσει καμία εξουσία στους συγκεντρωτικούς μηχανισμούς του κράτους. Η τοπική ταυτότητα (με βάση την περιοχή ή την πόλη) αντιπαρατίθεται στον κενό καθολικισμό της πολιτικής εκπροσώπησης και στην αφόρητη αφαίρεση που συνεπάγεται η έννοια της ιθαγένειας. Η τοπική ταυτότητα που διακηρύσσει η Λέγκα του Βορρά, ωστόσο, έχει έντονα ρατσιστικές προεκτάσεις, ιδίως όσον αφορά τους Ιταλούς του Νότου και τους μετανάστες από χώρες εκτός της Ευρωπαϊκής Κοινότητας. Η Λέγκα του Βορρά προτείνει μια μορφή φεντεραλισμού που συνυφαίνει το αρχαίο με το μεταμοντέρνο: ο Alberto da Giussano (ένας μεσαιωνικός condottiere από τη Λομβαρδία) συνδυάζεται με τον υπερφιλελευθερισμό και το σύνθημα "γη και αίμα" ρίχνεται μαζί με τη φορολογική εξέγερση. Αυτό το μάλλον ηχηρό μελάνι έδωσε φωνή στη διάχυτη αντικρατική τάση που ωρίμασε κατά τη διάρκεια της τελευταίας δεκαετίας στις πιο ανεπτυγμένες οικονομικά ζώνες της χώρας. Με τον καιρό, η Λέγκα του Βορρά θα μπορούσε να γίνει η μαζική βάση πάνω στην οποία οι μικρές και μεσαίες μεταφορντικές επιχειρήσεις θα μπορούσαν να επιτύχουν σχετική αυτονομία από το εθνικό κράτος. Με την παρουσία της νέας ποιότητας της παραγωγικής οργάνωσης και υπό το πρίσμα της επικείμενης ευρωπαϊκής ολοκλήρωσης, η ιταλική κρατική μηχανή έχει αποδειχθεί ανεπαρκής από πολλές απόψεις: η υποεθνική διαμαρτυρία της Λέγκα του Βορρά λειτουργεί παραδόξως ως στήριγμα για την καθυστέρηση της πολιτικής απόφασης σε υπερεθνικά ζητήματα. Η Forza Italia, από την άλλη πλευρά, αντικαθιστά τις παραδοσιακές διαδικασίες της αντιπροσωπευτικής δημοκρατίας με μοντέλα και τεχνικές που προέρχονται από τον κόσμο των επιχειρήσεων. Το εκλογικό σώμα εξομοιώνεται με ένα (τηλεοπτικό) "κοινό", το οποίο αναμένεται να δώσει μια συναίνεση παθητική και δημοψηφισματική. Επιπλέον, η μορφή του κόμματος αναπαράγει πιστά τη δομή της "δικτυακής επιχείρησης". Οι "λέσχες" που υποστηρίζουν τη Forza Italia αναπτύχθηκαν με βάση την προσωπική πρωτοβουλία επαγγελματιών εκτός της συμβατικής πολιτικής, όπως ένας ζηλωτής διευθυντής γραφείου ή ένας επαρχιακός συμβολαιογράφος που αποφάσισε να κάνει όνομα. Αυτές οι λέσχες έχουν την ίδια σχέση με το κόμμα που έχουν οι αυτόνομες εργατικές και μικρές οικογενειακές επιχειρήσεις με τη μητρική εταιρεία: για να προωθήσουν το δικό τους πολιτικό προϊόν, πρέπει να στηριχθούν σε ένα αναγνωρισμένο εμπορικό σήμα, αλλά σε αντάλλαγμα πρέπει να ακολουθήσουν ακριβείς κανόνες ύφους και συμπεριφοράς, φέρνοντας καλό όνομα στην εταιρεία υπό 258,9 την ετικέτα της οποίας εργάζονται. Όπως έκανε το Σοσιαλιστικό Κόμμα στα μέσα της δεκαετίας του 1980, η Forza Italia εξασφάλισε την αφοσίωση των εργαζομένων που ασχολούνται με τις τεχνολογίες υπολογιστών και επικοινωνιών, δηλαδή μεταξύ των κοινωνικών τομέων που διαμορφώνονται στην τεχνολογική και ηθική καταιγίδα του μεταφορντισμού.

Η νέα Δεξιά αναγνωρίζει, και κάνει προσωρινά δικά της, στοιχεία που θα ήταν τελικά αντάξια των μεγαλύτερων ελπίδων μας: τον αντικρατισμό, τις συλλογικές πρακτικές που διαφεύγουν της πολιτικής εκπροσώπησης και τη δύναμη της μαζικής πνευματικής εργασίας. Τα διαστρεβλώνει όλα αυτά, καλύπτοντάς τα με μια κακή καρικατούρα. Και βάζει τέλος στην ιταλική αντεπανάσταση, τραβώντας την αυλαία αυτού του μακρού ιντερμέζου. Αυτή η πράξη τελείωσε - ας αρχίσει η επόμενη!

Μετάφραση: Michael Hardt
































Θυμάστε την Αντεπανάσταση;

  • December 22nd 2023 at 23:05

Η κυπριακή αριστερά πρέπει να καταγγείλει την συμμαχία με το Ισραήλ για τους υδρογονάνθρακες

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
Οι υδρογονάνθρακες γίνονται ξανά αιτία για την σημερινή γενοκτονία των Παλαιστίνιων.  Η κυπριακή αριστερά πρέπει να καταγγείλει την συμμαχία με το Ισραήλ, για να στηρίξει και τους Παλαιστίνιους και τον αγώνα κατά της κλιματικής κρίσης Χωρίς την μακρόχρονη πολιτική, οικονομική και στρατιωτική στήριξη των ΗΠΑ το σιωνιστικό Ισραήλ δεν θα μπορούσε να επιβιώσει για να … Συνεχίστε να διαβάζετε Η κυπριακή αριστερά πρέπει να καταγγείλει την συμμαχία με το Ισραήλ για τους υδρογονάνθρακες.

Ο ΑΓΩΝΑΣ ΓΙΑ ΤΟ ΙΡΑΝ – ΠΕΤΡΕΛΑΙΟ, ΑΠΟΛΥΤΑΡΧΙΑ ΚΑΙ Ο ΨΥΧΡΟΣ ΠΟΛΕΜΟΣ, 1951-1954

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
Στις αρχές του Νοέμβρη οι ΗΠΑ προχώρησαν σε «μια τεράστια ανάπτυξη επιθετικών δυνάμεων γύρω από το Ιράν και τη Χεζμπολάχ» γράφει η Χααρέτζ.  Στόχος βέβαια να μπορέσει το Ισραήλ να συνεχίσει ανενόχλητο την γενοκτονία.  Φέτος έχουν περάσει 70 χρόνια από το 1953, που οι ΗΠΑ δημιούργησαν την διαχρονική αντιπαλότητα και σύγκρουση τους με το Ιράν.  … Συνεχίστε να διαβάζετε Ο ΑΓΩΝΑΣ ΓΙΑ ΤΟ ΙΡΑΝ – ΠΕΤΡΕΛΑΙΟ, ΑΠΟΛΥΤΑΡΧΙΑ ΚΑΙ Ο ΨΥΧΡΟΣ ΠΟΛΕΜΟΣ, 1951-1954.

Ο ΑΓΩΝΑΣ ΓΙΑ ΤΟ ΙΡΑΝ – ΠΕΤΡΕΛΑΙΟ, ΑΠΟΛΥΤΑΡΧΙΑ ΚΑΙ Ο ΨΥΧΡΟΣ ΠΟΛΕΜΟΣ, 1951-1954

By ΑΝΑΤΡΟΠΗ
Στις αρχές του Νοέμβρη οι ΗΠΑ προχώρησαν σε «μια τεράστια ανάπτυξη επιθετικών δυνάμεων γύρω από το Ιράν και τη Χεζμπολάχ» γράφει η Χααρέτζ.  Στόχος βέβαια να μπορέσει το Ισραήλ να συνεχίσει ανενόχλητο την γενοκτονία.  Φέτος έχουν περάσει 70 χρόνια από το 1953, που οι ΗΠΑ δημιούργησαν την διαχρονική αντιπαλότητα και σύγκρουση τους με το Ιράν. … Continue reading Ο ΑΓΩΝΑΣ ΓΙΑ ΤΟ ΙΡΑΝ – ΠΕΤΡΕΛΑΙΟ, ΑΠΟΛΥΤΑΡΧΙΑ ΚΑΙ Ο ΨΥΧΡΟΣ ΠΟΛΕΜΟΣ, 1951-1954

Η Κομμουνιστική Πρωτοβουλία Κύπρου είναι εδώ

By ΠΡΟΛΕΤΑΡΙΟΣ

Το τιμημένο με αίμα και αγώνες σφυροδρέπανο και η ταξική σκοπιά και πάλη απουσίαζαν για χρόνια από την κυπριακή κοινωνία, παρόλο που είναι επάναγκες για τους εργαζομένους και το λαό. Το κενό αυτό φιλοδοξεί να καλύψει ένα νέο σωματείο με πολιτικό χαρακτήρα που ιδρύθηκε το Σάββατο 2 του Δεκέμβρη 2023 μετά από μακρόχρονη ζύμωση ανάμεσα σε άστεγους πολιτικά κομμουνιστές στην Κύπρο. Ακολουθεί το δελτίο Τύπου της Κομμουνιστικής Πρωτοβουλίας Κύπρου» (https://www.facebook.com/Cyprus.Communist.Initiative):

Με σύμβολο το σφυροδρέπανο και σύνθημα για ταξική πάλη ξεκινάει η προσπάθεια του νέου Σωματείου με πολιτικό χαρακτήρα, που ιδρύθηκε το Σάββατο 2 του Δεκέμβρη 2023. Φιλοδοξεί να καλύψει το πολιτικό κενό που υπάρχει για χρόνια στην Κυπριακή κοινωνία, και να αποτελέσει δύναμη συσπείρωσης για τους αγώνες της εργατικής τάξης και των ευρύτερων λαϊκών στρωμάτων.

Το Σωματείο «Κομμουνιστική Πρωτοβουλία Κύπρου, για την ανασυγκρότηση του εργατικού και λαϊκού κινήματος» παρουσιάζεται έτοιμο να δώσει τη δύσκολη μάχη απέναντι σε κάθε συστημική δύναμη και τους υφιστάμενους αρνητικούς συσχετισμούς.

Κατά τη διάρκεια της Ιδρυτικής Συνέλευσης του Σωματείου, ο Χρίστος Κουρτελλάρης, εκπροσωπώντας την οργανωτική επιτροπή, ανέφερε μεταξύ άλλων ότι « Δεν μας έφερε εδώ μια πρόσκαιρη αγανάκτηση για το σύστημα που σκοτώνει ψυχές, ζωές και συνειδήσεις, δεν μας ένωσε μια οργή για όλους αυτούς που λυμαίνονται την ιστορία ενός ιστορικού εργατικού και λαϊκού κινήματος, αλλά η αγάπη για την τάξη μας και η ανάγκη για την ανασυγκρότηση του εργατικού και λαϊκού κινήματος».

Στην κεντρική ομιλία της Συνέλευσης, ο Αλέξης Αντωνίου ανέλυσε λεπτομερώς τις αρχές και τους σκοπούς που περιλαμβάνονται στο καταστατικό της ΚΠΚ, απαντώντας μεταξύ άλλων, ότι στο δίλημμα «σοσιαλισμός ή βαρβαρότητα», «εμείς δε συμβιβαζόμαστε με τη βαρβαρότητα».

Ακολούθησε πλούσια συζήτηση και τροποποιήσεις επί του προτεινόμενου καταστατικού, το οποίο εγκρίθηκε στο σύνολό του διά ψήφου. Στις αρχές και τους σκοπούς τονίζεται ότι η ΚΠΚ κατανοεί και επεξεργάζεται τον κόσμο μέσα από τα εργαλεία της μαρξιστικής-λενινιστικής επιστημονικής θεωρίας, εξηγώντας τη σύγχρονη πραγματικότητα, την εκμετάλλευση, τους ιμπεριαλιστικούς πολέμους και τις ανισότητες στη βάση των αντιθέσεων του καπιταλισμού, της μεγιστοποίησης του κέρδους και της συσσώρευσης του πλούτου στους λίγους εις βάρος της πλειοψηφίας που τον παράγει.

Περαιτέρω, το Σωματείο ενεργεί και συνδράμει στους αγώνες για τα δικαιώματα της εργατικής τάξης, για την κατάργηση εκμετάλλευσης ανθρώπου από άνθρωπο και για την κοινωνική πρόοδο του λαού μας. Με πρωτοβουλίες που περιλαμβάνουν ευρεία συζήτηση μεταξύ των εργατικών και λαϊκών στρωμάτων, το Σωματείο αποκαλύπτει τις αντιθέσεις που γεννά το απάνθρωπο σύστημα του καπιταλισμού-ιμπεριαλισμού. Προτάσσει τον σοσιαλισμό-κομμουνισμό ως λύση στα προβλήματα του λαού και υποστηρίζει τη διεθνιστική αλληλεγγύη.

Το Σωματείο στέκεται απέναντι στις λογικές ταξικής συνεργασίας, «εργατικής ειρήνης» και αστικής διαχείρισης του καπιταλισμού και παλεύει για αποδέσμευση από τον ιμπεριαλιστικό οργανισμό της ΕΕ, για την ειρήνη, ενάντια σε κάθε ιμπεριαλιστικό πόλεμο, τις αιτίες και τις συνέπειές του για τους λαούς και τις συνδεδεμένες με τον ιμπεριαλισμό στρατηγικές επιλογές της αστικής τάξης. Αναλαμβάνει πρωτοβουλίες και αναπτύσσει πλατιά συζήτηση για τη σχέση του ανθρώπου με το περιβάλλον, για δωρεάν δημόσια παιδεία και υγεία, για πολιτισμό και αθλητισμό που θα ανταποκρίνονται στις λαϊκές ανάγκες της εποχής μας και τη λαϊκή ευημερία.

Για το Κυπριακό, δίνεται ιδιαίτερη σημασία ως ένα διεθνές πρόβλημα εισβολής και κατοχής από την Τουρκία και ξένων ΝΑΤΟϊκών ιμπεριαλιστικών επεμβάσεων. Αυτές οι επεμβάσεις εργαλειοποίησαν και ενίσχυσαν τον εθνικισμό-σωβινισμό, με αποκορύφωμα το δίδυμο έγκλημα του προδοτικού φασιστικού πραξικοπήματος και της τουρκικής εισβολής. Αυτή η δράση οδήγησε στη βίαιη διαίρεση της χώρας και του λαού μας, Ε/κ και Τ/κ. Παράλληλα υπογραμμίζεται ότι στη λύση θα πρέπει να θεσπίζονται η καθιέρωση αρχών και θεσμών που συγκρούονται με κάθε μορφή διάκρισης και ιδιαίτερα του εθνοτικού διαχωρισμού. «Η αναγκαία και επιτακτική λύση θα θέτει ως προαπαιτούμενο ο λαός να είναι κυρίαρχος αφέντης σε μια ακέραιη, ανεξάρτητη, ελεύθερη από εγγυητές, ξένα στρατεύματα και διαχωρισμούς, επανενωμένη πατρίδα», υπογραμμίζεται χαρακτηριστικά στο καταστατικό, το οποίο θα κατατεθεί το επόμενο διάστημα στον Έφορο Σωματείων.

Οι εργασίες της Συνέλευσης έκλεισαν με αρχαιρεσίες, όπου μετά από μυστική ψηφοφορία αναδείχθηκαν τα 9 μέλη του πρώτου Διοικητικού Συμβουλίου της ΚΠΚ.

Το Δ.Σ. συνήλθε χθες βράδυ (7/12/2023) και καταρτίστηκε σε σώμα (με οριζόντια δομή όπως προνοεί το καταστατικό) ως εξής:

• Εκτελεστικός Γραμματέας: Χρίστος Κουρτελλάρης
• Οργανωτικός Γραμματέας: Λέανδρος Σαββίδης
• Γενικός Γραμματέας: Μάριος Ιωάννου
• Ταμίας: Άντρη Λουκά
• Μέλη (αλφαβητικά):
Αλέξης Αντωνίου
Χρυσάνθη Επιφανίου
Νικόλας Νικόλα
Γιάννης Σωκράτους
Μαρία Σωκράτους

Kökü Emek Gövdesi Mücadele – Mustafa Batak

By Emel İpciler
Akdeniz’in ortasında, doğal güzellikleri, konumu ve bakan her gözün hayran kalacağı zarafetiyle; herkese yâr olan ama sadece içerisinde yaşam kavgası veren halklara yâr olamayan ada: Kıbrıs…Bilindiği üzere Kıbrıs, tarihin hiçbir...

Mikrofonumuzu “Göçmenköy’e Göç, Kuruluş ve Dayanışmaya” Uzattık

By Mustafa Batak
Bir Mikrofon Bir Hikâye ekibi olarak bu ay mikrofonumuzu Göçmenköy’ü Göçmenköy yapan değerleri öğrenmek için uzattık. Ali Beyit ve Hasan Beşok’un anlatıcı olduğu bu hikâyede, bölgenin Göçmenköy ismini almasına neden...

Miriam McConnon - "The Refugee's Armour"

By nicostrim

It is a great pleasure and honour to speak at the opening of Miriam McConnon's exhibition. This is a fascinating visual work of conceptual art, truly timely and necessary in the troubled times we live in.  It is a work that humanizes and helps us to reinvent the universal and human through personal stories, dramatic and painful experiences of escape, and liberating escape from the hell of war, violence, and oppression!

Each exhibit you see here are pieces of a personal story, they are fragments of a journey of life experience, like a jigsaw piece in a puzzle that one must have a picture of the whole in order to grasp it. And Miriam achieves this by bringing to life through her art the personal experiences and testimonies that she sculpts in her visual exhibits: Always with respect and dignity to the young refugee-creators who tell their own story, their journey, the realities of inclusion or not, their adventures, their dreams and aspirations, their perspectives for the future. These experiences are unique and special, as unique as the existences of each of us individually. They cannot be discounted or conflated, nor can they be homogenized or turned into a-personal numbers. Yet, Miriam somehow succeeds in synthesising them together in the armor of the refugee, in the jackets that tell parts of the stories of all! 

   

But these narratives are neither exceptions, nor isolated cases or marginal situations in today's global world. In the context of divided Cyprus or Ireland, they are hardly alien or distant from our own experience. On the contrary, they are so strikingly intimate and familiar that they bring back sometimes deliberately forgotten, or perhaps repressed, memories that we cannot afford to abandon to the oblivion of light-hearted and ephemeral presentism. They remain here, with us.




We experienced displacement in Cyprus: We have 210,000 displaced persons, 165,000 in the South and 45,000 in the North from 1963-1974. Yet we experienced pogroms in Chloraka and Limassol a few weeks ago and refugees and migrants face daily racism in a deliberately constructed hostile and reserved environment. Fortunately, however, there is a strong resistance and social solidarity that insists on the immortal and resounding “¡No pasarán!”

There are around 30,000 asylum applications in Cyprus, while the Mediterranean is now the deadliest sea in the world; 25,000 dead since 2014. For 2023 we have another 2,500 dead and missing as 186,000 cross the Mediterranean: The UN refugee agency says there is "no end in sight" to the lives lost in the Mediterranean and on land routes to departure points from the sea. Just a few kilometres a mass slaughter is taking place - many now speak of genocide against the Palestinians who are now taking a 4-day respite from the carnage. Not to mention Syria, Sudan, Sudan, Ukraine, Afghanistan, Cameroon and so many other countries of violence and displacement.

Today there are an estimated 110 million people in the world who have been forcibly displaced and in 2023 we have a record number of asylum and refugee claims. UNHCR estimates that at the end of 2022, 108.4 million people worldwide were forcibly displaced by persecution, conflict, violence, human rights violations, and events that seriously disrupt public order. This represents an increase of 19 million people compared to the end of 2021 - more than the population of Ecuador, the Netherlands (Kingdom of the Netherlands) or Somalia. It is also the largest ever increase between years according to UNHCR statistics on forced displacement.  

We live in an era of migration and mobility, in a world on the move with increasing intensity. Yet, paradoxically, since 1960 the total percentage of people moving from one country to another has remained consistently below 4% of the world's population. The number of migrants rose to 281 million in 2020, meaning that 3.6% of the world's people were living outside their country of birth that year. Of course, if we take into account internal migration in vast countries, and here I don't mean cases like mine where I jokingly say I'm an immigrant from Limassol to Nicosia, then 1 in 7. In this context, unfortunately, forced migration has increased sharply to become a frequent phenomenon: More than 1 in 74 people on Earth have been forced to leave their homeland. This is now also due to environmental factors; in 2021, 14.4 million were displaced by conflict and violence, while 23.7 million were displaced by "weather events" (which are difficult to distinguish). And the International Organization for Migration estimates that 1.5 billion will be forced to flee their homes due to weather conditions by 2050.

 Like Shakespeare's Hamlet, who was horrified and exclaimed that ‘time is out of joint’, we are witnessing a world-out-of joint, derailing, spinning out of orbit and unleashing terrible contradictions that are becoming increasingly acute: An unprecedented inequality, outbreaks of authoritarianism, abolition of democratic institutions and social acquis, different forms of violence and wars of varying intensities, technological changes in the service of profit-making corporations and powerful states with disastrous consequences for democracy and freedom, while we are experiencing a gradual ecological destruction of the planet. All these are challenges that will probably increase displacement and refugees in the future, and we are therefore called upon to face them with wisdom, vision and hope!



Dear guests.

I must admit that I was puzzled when I heard the word "refugee armour" when Miriam first told me to introduce the report. I found the choice of this word to talk about the refugee belongings that are visually depicted as exhibits in the exhibition somewhat strange: it is a word that refers to warrior armour and usually refers to the defensive, protective clothing (of leather, metal, etc.) worn by warriors and various armour components of warriors of old times such as shin guards, breastplate, helmet of earlier times. And modern vernacular synonyms refer to "armour" since we are on chariots, from the Latin "arma" from which the English "armour" apparently comes: you put on your armour, your armour "to go to war". I was concerned because in the last 25 years the new racist treatment of refugees, and immigrants in general, who are seen as the scapegoat for all evil and portrayed in warlike terms: The media portray refugees and immigration as an "asymmetric threat" of a form of "hybrid warfare" where refugees are nothing but guided missiles from the "enemy" on the other side!

The other similar portrayal of refugees and migrants (don't forget that we are dealing here with an egalitarian approach that homogenizes foreigners to immigrant "others") is one that depicts them as zombies about where the Walking Dead. I don't know if you've ever watched, even briefly, the mostly teenage-watched series ‘The Walking Dead’, an American post-apocalyptic horror drama television series based on the comic book series of the same name. The series features a cast of actors as survivors of a zombie apocalypse trying to stay alive under the near-constant threat of zombie attacks, known primarily as "walkers" by the other characters. With the collapse of modern civilization, these survivors must contend with other human survivors who have formed groups and communities with their own laws and morals, sometimes leading to open, hostile conflict between them.

The "other", the alien, the stranger, the alien, the deviant who is out there lurking to supposedly "steal" our enjoyment, and everything good we have created, is the dystopia we live in they say as portrayed by Hollywood, the media, both conventional and social media.

 

I have attempted to understand how exactly Miriam means armour and to understand how this is signified visually. And indeed Miriam's armour has a powerful disarming meaning because it loses any trace of warlike connotation or intent, since it delegitimizes any warlike element: It raises the prospect of ethic and practice of reconciliation and cooperation (Ari Sitas). Inspiration and creation are synthesized from the narratives themselves as an outgrowth of the interviews he has conducted with young men displaced by war: their refugee status is a creation of war. All together the trauma, memory, insecurity, the absence of a deterrent and effective policy to prevent wars and the rational assumption of collective global responsibility for wars emerge implicitly but clearly from this work. THEIR personal testimonies contain the hauntings of a devastated world but are stories of hope for the future as it emerges through the depiction of objects.

As Edward Said reminds us, “beyond the boundary between "us" and "the foreigner" lies the dangerous territory of not belonging: in earlier times whole peoples were exiled here; in modern times vast groups of people remain, victims of persecution and displacement” (Said, 'Reflections on Exile', p. 291). I will not bore you with the detailed distinctions of the various categories among the populations prevented from returning to their homeland. There are certainly differences between exiles, refugees, expatriates, and self-exiles. Banishment is an ancient practice - recall being ostracised in ancient Athens, for example, while refugees today are clearly a creation of the 20th-century global system of states, as Said rightly suggests (p. 261). Mostly it is a creation of the post-World War II world, where states finally had to take responsibility for giving protection to those whom Hannah Arendt refers to as people who were deprived of "the right to have rights".  Hence the distinction in the treatment and responsibility of states between those who are considered to be voluntarily displaced and those who are forced to leave their homes: There is discretion by states whether to accept, how many and under what conditions economic migrants, while they have a duty under international law (Geneva Convention) to provide protection to anyone who is at risk if returned to their country of origin - hence the prohibition of non-refoulement.

As the great Palestinian poet Mahmoud Darwish writes in his poem “About a Human”:

They gagged his mouth,
Bound his hands to the rock of the dead
And said: Murderer!
They took his food, clothes and banners,
Cast him into the condemned cell
And said: Thief!
They drove him away from every port,
Took his young sweetheart,
Then said: Refugee!

O you with bloodshot eyes and bloody hands,
Night is short-lived,
The detention room lasts not for ever,
Nor yet the links of chains.
Nero died, Rome did not:
With her very eyes she fights.
And seeds from a withered ear
With wheat shall fill the valley.

 

 Beyond state responsibility, there is the ethic of social solidarity, not hypocritical charity. We have the subversive that germinates the necessary spaces and pathways for reconciliation and cooperation. We have the flame of creative hope that inspires.

The voice and artistic depiction of experience put before us the fundamental question of responsibility. It puts before us the task: we can, together, and must become an ‘armour’ for Justice and Peace. We can put on this ‘collective armour’ of hope, reconciliation, solidarity and be invulnerable and strong to build another world that is more just, free of wars, violence, oppression, and exploitation. A world worth living in, if we can nurture it so that we can hand it  over to younger generations.

I thank Miriam for her art, but I also thank the young people whose voice must be heard: Via their testimonies we have had the opportunity to see the world differently, more clearly, to envision with hope the future.

  • November 26th 2023 at 22:57

Μίριαμ Μακ Κόννον - «Η πανοπλία του πρόσφυγα»

By nicostrim

 



 Είναι με ιδιαίτερη χαρά και τιμή να μιλώ στα εγκαίνια της έκθεσης της Μίριαμ Μακ Κόννον. Πρόκειται για ένα εξαιρετικά ενδιαφέρον εικαστικό έργο εννοιολογικής τέχνης, πραγματικά επίκαιρο, απολύτως αναγκαίο στους χαλεπούς καιρούς που ζούμε.  Είναι ένα έργο που εξανθρωπίζει και μας βοηθά να επαναφεύρουμε το οικουμενικό κι ανθρώπινο μέσα από τις προσωπικές ιστορίες, δραματικές κι επώδυνες εμπειρίες διαφυγής, κι απελευθερωτικής απόδρασης από την κόλαση του πολέμου, της βίας και της καταπίεσης!

Κάθε τί που βλέπετε εδώ είναι κομμάτια μιας προσωπικής ιστορίας, είναι θραύσμα μιας πορείας από την εμπειρία ζωής, όπως ένα κομματάκι του παζλ που για να το συλλάβει κάποιος πρέπει να έχει την εικόνα του όλου. Κι αυτό επιτυγχάνει η Μίριαμ ζωντανεύοντας μέσα από την τέχνη της τις προσωπικές εμπειρίες και μαρτυρίες που σμιλεύει ανάγλυφα με τα εικαστικά εκθέματα: Πάντα με σεβασμό και αξιοπρέπεια στους νεαρούς ανθρώπους-δημιουργούς που αφηγούνται την δική τους ιστορία τους, το ταξίδι, τις πραγματικότητες της ένταξη ή μη, τις περιπέτειές, τα όνειρα και τις προσδοκίες τους, τις προοπτικές για το μέλλον.   Είναι μοναδικές κι ιδιαίτερες αυτές οι εμπειρίες , όπως μοναδικές είναι και οι υπάρξεις του καθενός ξεχωριστά από μας. Δε συμψηφίζονται, δεν ομογενοποιούνται, δε μετατρέπονται σε νούμερα.      

Αυτές όμως οι αφηγήσεις δεν αποτελούν εξαιρέσεις, ή μεμονωμένες περιπτώσεις ή περιθωριακές καταστάσεις στον σημερινό κόσμο παγκοσμίως, ούτε και είναι καθόλου ξένες ή απόμακρες από τη δική μας εμπειρία στη μοιρασμένη μας χώρα. Αντιθέτως, είναι τόσο εντυπωσιακά οικείες και γνώριμες που επαναφέρουν ενίοτε σκοπίμως ξεχασμένες, ή απωθημένες ίσως μνήμες που δεν έχουμε  την πολυτέλεια να εγκαταλείψουμε στην λήθη του ανάλαφρου κι εφήμερου «παροντισμού». Παραμένουν εδώ, μαζί μας.

Βιώσαμε τον εκτοπισμό στη Κύπρο: Έχουμε 210.000 εκτοπισμένους, 165.000 στο Νότο και 45.000 στο Βορρά από το 1963-1974. Κι όμως ζήσαμε πογκρόμ στη Χλώρακα και Λεμεσό πριν λίγες βδομάδες και οι πρόσφυγες και μετανάστες αντιμετωπίζουν καθημερινό ρατσισμό σ ένα εσκεμμένα κατασκευασμένο εχθρικό κι αποθετικό περιβάλλον. Ευτυχώς όμως. υπάρχει σθεναρή αντίσταση και κοινωνική αλληλεγγύη που επιμένει στο αθάνατο και ηχηρό «No Passaran

Υπάρχουν περίπου 30,000 αιτήσεις για άσυλο στη Κύπρο, ενώ η Μεσόγειος είναι πλέον η πιο φονική θάλασσα του κόσμου- 25,000 νεκροί από το 2014. Για το 2023 έχουμε ακόμα 2.500 νεκρούς κι αγνοούμενους καθώς 186.000 διασχίζουν τη Μεσόγειο: Η Υπηρεσία του ΟΗΕ για τους πρόσφυγες λέει ότι «δεν διαφαίνεται τέλος» στις ζωές που χάνονται στη Μεσόγειο και στις χερσαίες διαδρομές προς τα σημεία αναχώρησης από τη θάλασσα. Λίγα μόνο χιλιόμετρα συντελείται μαζική σφαγή – πολλοί πλέον μιλούν για γενοκτονία σε βάρος των Παλαιστινίων που τώρα κάνει μια 4ήμερη ανάπαυλά στη σφαγή. Για αν μη μιλήσουμε για τη Συρία, το Σουδάν, την Ουκρανία, το Αφγανιστάν, Καμερούν και τόσες άλλες χώρες βίας κι εκτοπισμού.

Σήμερα υπάρχουν, όπως υπολογίζεται, 110 εκατομμύρια άνθρωποι στον κόσμο που έχουν βίαια εκτοπιστεί και το 2023 έχουμε ρεκόρ αιτήσεων ασύλου και προσφύγων. H Ύπατη Αρμοστεία του ΟΗΕ για τους Πρόσφυγες ότι στο τέλος του 2022, 108,4 εκατομμύρια άνθρωποι παγκοσμίως είχαν εκτοπιστεί βίαια λόγω διώξεων, συγκρούσεων, βίας, παραβιάσεων των ανθρωπίνων δικαιωμάτων και γεγονότων που διαταράσσουν σοβαρά τη δημόσια τάξη. Αυτό αντιπροσωπεύει αύξηση κατά 19 εκατομμύρια άτομα σε σύγκριση με το τέλος του 2021 - περισσότερο από τον πληθυσμό του Ισημερινού, των Κάτω Χωρών (Βασίλειο των Κάτω Χωρών) ή της Σομαλίας. Είναι επίσης η μεγαλύτερη αύξηση που έχει σημειωθεί ποτέ μεταξύ ετών σύμφωνα με τις στατιστικές της Ύπατης Αρμοστείας του ΟΗΕ για τους Πρόσφυγες για τους αναγκαστικούς εκτοπισμούς.[1] 

Ζούμε στην εποχή της  μετανάστευσης και της κινητικότητας, σε ένα κόσμο εν κινήσει με αυξάνουσα ένταση. Κι όμως, παραδόξως το από το 1960 το συνολικό ποσοστό τον μετακινημένων ανθρώπων από μια χώρα σε μια άλλη παραμένει σταθερά κάτω από 4% του πλανήτη. Ο αριθμός των μεταναστών αυξήθηκε σε 281 εκατομμύρια το 2020, πράγμα που σημαίνει ότι το 3,6% των ανθρώπων παγκοσμίως ζούσαν εκτός της χώρας γέννησής τους εκείνο το έτος. Αν βέβαια λάβουμε υπόψη την εσωτερική μετανάστευση στις αχανείς χώρες, κι εδώ δε εννοώ περιπτώσεις όπως τη δική μου που για πλάκα λέω ότι είμαι μετανάστης από τη Λεμεσό στη Λευκωσία, τότε 1 στους 7. Σε αυτό το πλαίσιο δυστυχώς η βίαιη μετακίνηση έχει αυξηθεί κατόρυφα για να καταστεί πλέον συχνό φαινόμενο: Περισσότεροι από 1 στους 74 ανθρώπους στη Γη έχουν αναγκαστεί να εγκαταλείψουν την πατρίδα τους. Και αυτό πλέον οφείλεται και σε περιβαλλοντικούς παράγοντες, το 2021, 14,4 εκατομμύρια εκτοπίστηκαν λόγω συγκρούσεων και βίας, ενώ 23,7 εκ λόγω «καιρικών φαινόμενων» (δύσκολο να γίνει διάκριση). Ο δε Διεθνής Οργανισμός Μετανάστευσης υπολογίζει ότι 1,5 δισεκατομμύρια θα αναγκαστούν να εγκαταλείψουν τα σπίτια τους λόγω καιρικών συνθηκών μέχρι το 2050.

 Όπως τον Σαιξπηρικό Άμλετ που έντρομος έβλεπε τον χρόνο να εκτροχιάζεται, βλέπουμε το κόσμο τον ίδιο να εκτροχιάζεται,  εξαπολύοντας τρομερές αντιφάσεις που όλο οξύνονται: Μια άνευ προηγουμένου ανισότητα, εξάρσεις του αυταρχισμού, κατάργησης των δημοκρατικών θεσμών και κοινωνικών κεκτημένων, διαφορετικές μορφές βία και πολέμους διαφορετικών εντάσεων, τεχνολογικές μεταβολές στην υπηρεσία κερδοσκοπικών εταιριών και των ισχυρών κρατών με καταστροφικές συνέπειες για τη δημοκρατία και ελευθερία, ενώ βιώνουμε μια βαθμηδόν οικολογική καταστροφή του πλανήτη. Όλα αυτά είναι προκλήσεις που μάλλον θα αυξήσουν στο μέλλον τον εκτοπισμό και την προσφυγιά, γι’ αυτό και καλούμαστε να αντιμετωπίσουμε με σύνεση, με όραμα και ελπίδα!



Αγαπητοί προσκεκλημενοι.

Οφείλω να πω ότι προβληματίστηκα όταν άκουσα την λέξη «πανοπλία του πρόσφυγα» όταν μου πρωτοείπε είπε η Μίριαμ να παρουσιάσω την έκθεσης. Μου φάνηκε κάπως παράξενή η επιλογή αυτής της λέξης για να μιλήσει για τα υπάρχοντα των προσφύγων που εικαστικά απεικονίζονται ως εκθέματα της έκθεσης: Είναι λέξη που παραπέμπει σε πολεμική επένδυση και αναφέρεται συνήθως στη αμυντική, προστατευτική περιβολή (από δέρμα, μέταλλο κτλ.) των πολεμιστών και σε διάφορα εξαρτήματα οπλισμού των πολεμιστών παλιών εποχών όπως οι κνημίδες, ο θώρακας, το κράνος παλαιότερες εποχές. Τα δε σύγχρονα δημοτικά συνώνυμα αναφέρονται σε «αρματωσιά» εφόσον είμαστε στα άρματα, από το λατινικό “arma”  από όπου προφανώς έρχεται το αγγλικό «Armour»: Βάζεις την πανοπλία σου, την αρματωσιά σου «να πας στον πόλεμο». Μου προκάλεσε ανησυχία γιατί τα τελευταία 25ετία η νέα ρατσιστική αντιμετώπιση των προσφύγων, και μεταναστών εν γένει, που θεωρείται ο αποδιοπομπαίος τράγος για πάσα κακό κι απεικονίζεται με πολεμικούς όρους: Τα ΜΜΕ απεικονίζουν την προσφυγιά και την μετανάστευση ως «ασύμμετρη απειλή» μιας μορφής «υβριδικού πολέμου» όπου οι πρόσφυγες δεν είναι παρά κατευθυνόμενα βλήματα από τον «εχθρό» στην αντίπερα όχθη!

Η άλλη παραπλήσια απεικόνιση των προσφύγων και μετανάστες (μη ξεχνάτε ότι εδώ έχουμε να κάνουμε ισοπεδωτική προσέγγιση που ομογενειοποιεί  τους ξένους τους μετανάστες «άλλους») είναι αυτή που παρουσιάζει ως ζόμπι περίπου όπου τους Walking Dead. Δεν ξέρω αν παρακολουθήσατε ποτέ, έστω για λίγο, την σειρά που παρακολουθούν κυρίως έφηβοι, «The Walking Dead», μια αμερικανική τηλεοπτική σειρά μετα-αποκαλυπτικού δράματος τρόμου που βασίζεται στην ομώνυμη σειρά κόμικς. Η σειρά παρουσιάζει ένα μεγάλο σύνολο ηθοποιών ως επιζώντες μιας αποκάλυψης ζόμπι που προσπαθούν να παραμείνουν ζωντανοί υπό τη σχεδόν συνεχή απειλή επιθέσεων από ζόμπι, γνωστά κυρίως ως "περιπατητές" από τους άλλους χαρακτήρες. Με την κατάρρευση του σύγχρονου πολιτισμού, αυτοί οι επιζώντες πρέπει να αντιμετωπίσουν άλλους ανθρώπινους επιζώντες που έχουν σχηματίσει ομάδες και κοινότητες με τους δικούς τους νόμους και ηθικές αρχές, οδηγώντας μερικές φορές σε ανοιχτή, εχθρική σύγκρουση μεταξύ τους.

Ο «άλλος», ο/η αλλοδαπός/ή, ό ξένος, ο αποκλίνων που είναι εκεί έξω και παραμονεύει να μας «κλέψει» δήθεν την απόλαυση μας, κι ότι καλό φτιάξαμε, είναι η δυστοπία που ζούμε λένε όπως απεικονίζεται από το Χόλυγουντ, τα ΜΝΕ και τα ΜΚΔ όπως επισημαίνει ο Edward Said [ Κουλτούρα και Ιμπεριαλισμός]:

 

Γι’ αυτό και επιχείρησα να κατανοήσω πως ακριβών εννοεί την πανοπλία η Μίριαμ και να καταλάβω πως αυτό νοηματοδοτείται εικαστικά. Και όντως η πανοπλία της Μίριαμ έχει αφοπλιστικό νόημα γιατί χάνει κάθε ίχνος πολεμικής χροιάς ή πρόθεσης, αφού απονομιμοποιεί κάθε πολεμικό στοιχείο: Αναφύεται η προοπτικής της ηθικής και πρακτικής συμφιλίωσης και συνεργασίας . Έμπνευση και δημιουργία συναρθρώνονται από τις ίδιες οι αφηγήσεις ως απότοκο των συνεντεύξεων που έχει πραγματοποιήσει με τους νεαρούς άνδρες που έχουν εκτοπιστεί από τον πόλεμο:  η προσφυγιά τους είναι δημιούργημα του πολέμου. Όλα μαζί το  τραύμα, η μνήμη, η ανασφάλεια, τη απουσία μιας αποτρεπτικής κι αποτελεσματικής πολιτικής για αποτροπή πολέμων και η ορθολογιστική ανάληψης της συλλογικής παγκόσμιας ευθύνης για τους πολέμους αναδύεται εμμέσως πλην σαφώς από το έργο αυτό. ΟΙ προσωπικές  μαρτυρίες τους περιέχουν τα στοιχειά από τον καταστραμμένο κόσμο αλλά αποτελούν ιστορίες ελπίδας για το μέλλον, όπως αυτή αναδύεται μέσα από την απεικόνιση αντικειμένων.

Όπως μας υπενθυμίζει ο Edward Said, «πέραν του συνόρου αναμεσά σε «εμάς» και του «ξένου» βρίσκεται η επικίνδυνη επικράτεια του του μη ανήκειν:  σε παλαιότερους χρόνους εδώ εξορίζονταν ολόκληροι λαοί· στη σύγχρονη εποχή παραμένουν τεράστιες ομάδες ανθρώπων που έπεσαν θύματα διωγμών και εκτοπισμών» (Said, «Αναστοχασμός για την εξορία», σελ. 291). Δε θα σας κουράσω με τις λεπτομερείς διαχωρισμούς των διαφόρων κατηγοριών αναμεσά στους πληθυσμούς που εμποδίζονται από το να επιστρέψουν στη  πατρίδα τους. Υπάρχουν ασφαλώς διαφορές ανάμεσα σε εξόριστους, πρόσφυγες, εκπατρισμένους, αυτοεξόριστους. Ο εκτοπισμός είναι πανάρχαια πρακτική – θυμηθείτε τον εξοστρακισμός για παράδειγμα στην αρχαία Αθήνα, ενώ η οι πρόσφυγες σήμερα είναι σαφώς δημιούργημα του παγκόσμιου συστήματος των κρατών του 20ου αιώνα, όπως ορθά υποδεικνύει ο Said (σελ. 261). Κυρίως είναι δημιούργημα του κόσμου μετά τον δεύτερο παγκόσμιο πόλεμο, όπου έπρεπε επιτέλους τα κράτη να αναλάβουν ευθύνη για ν δώσουν προστασία σε αυτούς/ες που Χάννα Άρεντ αναφέρει ως άτομα που στερήθηκαν από «το δικαίωμα να έχουν δικαιώματα».  Από εδώ πηγάζει και διαχωρισμός που υπάρχει στη μεταχείριση και το χρέος των κρατών ανάμεσα σε αυτού θεωρείται ότι μετακινούνται εθελούσια, κι αυτούς εξαναγκάζονται να εγκαταλείψουν τις εστίες τους: Υπάρχει διακριτική ευχέρεια από τα κράτη αν θα δεχθούν, πόσους και υπό ποιους όρους τους οικονομικούς μετανάστες, ενώ έχουν χρέος λόγω του διεθνούς δικαίου (Συνθήκη της Γενεύης) να παρέχουν προστασία σε όποιον κινδυνεύει αν επιστραφεί στη χώρα προέλευσης – εξ ου και απαγορεύονται οι επαναπροωθήσεις (non-refoulement).

Κι όπως μεγάλος Παλαιστίνιος ποιητής Μαχμούντ Νταρουίς γράφει στο ποίημα του «Για έναν άνθρωπο»: 

Τον φίμωσαν με αλυσίδες/
έδεσαν τα χέρια του στο βράχο των νεκρών/ και του είπαν:
 “Είσαι δολοφόνος!”/

Έκλεψαν την τροφή, τα ρούχα,/
το κατάλυμα και τις σημαίες του,/
τον πέταξαν στο κελί των μελλοθανάτων/
και του είπαν:
 “Είσαι κλέφτης!”/

Τον έδιωξαν από όλα τα καταφύγια/
του στέρησαν τη μικρή του αγαπημένη/
και του φώναξαν
 “Είσαι πρόσφυγας!”/

Άνθρωπε με τα δακρυσμένα μάτια και τις υγρές παλάμες,/
η νύχτα μέλλεται να φύγει./
Ούτε τα κρατητήρια μένουν για πάντα/
ούτε οι κρίκοι πάνω στις αλυσίδες./

Ο Νέρωνας πέθανε, αλλά η Ρώμη ζει/
αγωνίζεται μέχρι θανάτου./
Γιατί, ακόμη και όταν οι σπόροι του σιταριού πεθαίνουν/
γεμίζουν την πεδιάδα με τα στάχυα του./

 

Πέραν την κρατικής ευθύνης υπάρχει  η ηθική της κοινωνικής αλληλεγγύης, όχι της υποκριτικής φιλανθρωπίας. Υπάρχει η τέχνη που ανατρέπει και δημιουργεί χώρο  και δρόμους για συναδέλφωση και συνεργασία, υπάρχει η φλόγα της δημιουργικής ελπίδας που εμπνέει.

Η φωνή και η απεικόνιση των εμπειριών θέτει μπροστά μας το μέιζον ζήτημα της ευθύνης. Τίθεται μπροστά το καθήκον: Μπορούμε όλοι μαζί, να γίνουμε μια «πανοπλία» για Δικαιοσύνη και Ειρήνη. Να τη φορέσουμε τη συλλογική πανοπλία αυτή της ελπίδας, συμφιλίωσης , της αλληλεγγύης και να είναι άτρωτη, ισχυρή για φτιάξουμε ένα άλλο κόσμο δικαιότερο, χωρίς πολέμους, βίας, καταπίεσης κι εκμετάλλευσης. Ένα κόσμο που θα αξίζει να ζούμε, αν να ημερευόμαστε και να παραδώσουμε στις νεότερες γενεές.

Ευχαριστώ την Μίριαμ για την τέχνη της, αλλά και τους νεαρούς που θέλουμε να ακούσουν τη φωνή, τις μαρτυρίες τους που μας έδωσαν την ευκαιρία να



[1] https://www.unhcr.org/global-trends

  • November 25th 2023 at 23:26

Andreas Nicolaides Interview (The Government Photographer)

By roki40

 Interview of Andreas Nicolaides, known as 'The Government Photographer' in Cyprus.

It can be found by pressing here.


 

  • November 24th 2023 at 10:29

Berceuse pour Melina

By Aceras Anthropophorum

 



Ήταν τα γενέθλια του μωρού μου που εγένετουν γεναίκα.

Λαλώ του φίλου μου του καλού, Κάρβελλε μου ο χρόνος παρπατά γλήορα. Το καλοτζ̆αίριν γίνεται τζ̆ιόλας γεναίκα η Μελίνα μου. Θέλω να της χαρίσω κάτι που τον τόπον μου. Να ξέρει πιλέ μου πόθθεν έρκουνται εναν σωρόν πράματα που το είναι της.

Ήταν τότες που εμάθθαιννα την Ρωσσικήν Αβανγκάρντ τζ̆αι εστράτεφκεν με που τη Σκάλαν ο Γιώργος ο Κάρβελλος  με τες συφφωνίες του Σ̆οστακόφιτς, που την Βοστώνην ο Χρίστος ο Κούλεντρος που επέμενεν να έβρω την Σονάταν του για Τσ̆έλλο τζ̆αι πιάνον. Έχουν τζ̆αι τα καλά τους τα σόσ̆ιαλ ανάλογα σε τί σ̆έρκα θα ππέσουν. Είσ̆ιεν δίκαιον ο Χρίστος. Εκόλλησεν η βελόνα μου πας την Sonata for Cello & Piano ειδικά πας την εκτέλεσην του 1934 με τον βιολονσ̆ελίσταν Ροστρόποβιτς τζ̆αι τον ίδιον τον Σ̆οστακόφιτς̆ στο πιάνον. Το έργον τούτον λέει ο μύθος πας το ίντερνετ, επαράγγειλεν του το ο φίλος του ο Κουμπάτσκι σε μιαν φάσην δύσκολην της δημιουργικής του ζωής. 

Ελάλουν το του Γιώργου που μου επαραπονιέτουν πως μετά την Χοιροκοιτίαν του στην οποίαν τα έδωσεν όλα, ετσιλλούσαν τον οι υποχρεώσεις, τα επαγγελματικά με τα σχολεία, μικροϋποχρεώσεις ποτζ̆εί μικροϋποχρεώσεις ποδά, δεν του εμείνισκεν χρόνος τζ̆αι πάθος να γράψει κάτι που την καρκιάν του.

Αντρέπουμουν τζ̆ιόλας αλλά έχοντας θκιαβάσει μόλις πριν της ιστορίαν με τον φίλον του Σ̆ιοστακόβιτς̆ ετόλμησα τζ̆αι λαλώ του Γιώργου: "νομίζω μόνον εσύ μπορεί να μου βάλεις έναν κομμάτιν Κύπρον σε νότες να το χαρίσω της κόρης μου που γιορτάζει το καλοτζ̆αίριν τα 18 της".

- "Καλό φίλε μου, μεγάλη μου χαρά τζ̆αι τιμή να σκεφτείς έτσι" είπεν μου ο Γιώργος με ούλλην τζ̆είνην την γλυτζ̆ιάν κυπριακήν ταπεινότηταν που χαρακτηρίζει πολλούς Κυπραίους τζ̆αι ταυτόχρονα τζ̆είνον τον αθώον ενθουσιασμόν που χαραχτηρίζει το Γιώργον άμαν εν χαρούμενος.

Έτσι έφκην η Berceuse pour Melina pour Violon et Piano που επρωτόπαιξεν λλίους μήνες μετά ο Νίκος Πίττας στο βιολίν τζ̆αι ο  Rami Sarieddine στο πιάνον.

Απολαύσετε το πρώτον σ̆αίριν τζ̆αι παρακολουθήννετε τες παραστάσεις με κυπριακήν κλασσικήν μουσικήν εσείς που έσ̆ετε την τύχην να μπορείτε να ακούσετε τον ήχον της σε αίθουσαν. 


  • November 19th 2023 at 13:56

By Aceras Anthropophorum

 

Είσαστιν τέρατα, ή ποδογλύφτες τεράτων


  • November 17th 2023 at 11:54

Το νησί της Κύπρου δεν μπορεί να χρησιμοποιηθεί για τη γενοκτονία των Παλαιστινίων!

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 11.11.2023 – Η Ένωσις Κυπρίων στέκεται άνευ όρων με τον παλαιστινιακό λαό και υποστηρίζει την αντίστασή του. Ο λαός της Κύπρου εκφράζει διαρκώς την αμετάθετη αλληλεγγύη του με τον γειτονικό της Παλαιστινιακό λαό. Κύπριοι και Παλαιστίνιοι έχουν γίνει θύματα συνεχιζόμενης κατοχής, εποικιστικής αποικιοκρατίας και παραβιάσεων του διεθνούς δικαίου. Από την έναρξη της Παλαιστινιακής αντίστασης…

Continue reading

The island of Cyprus cannot be used for the genocide of Palestinians!

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 11.11.2023 – The Union of Cypriots stands unconditionally with the Palestinian people and supports their resistance. The Cypriot people have consistently expressed their unwavering solidarity with our neighboring Palestinian people. Both Cypriots and Palestinians have become victims of ongoing occupation, settler colonialism, and violations of international law. Since the Palestinian resistance began on October…

Continue reading

Kıbrıs adası Filistinlilere yönelik soykırım için kullanılamaz!

By Union of Cypriots - Kıbrıslılar Birliği - Ένωσις Κυπρίων
Ελληνικά / Türkçe / English 11.11.2023 – Kıbrıslılar Birliği kayıtsız şartsız Filistin halkının yanındadır ve direnişini desteklemektedir. Kıbrıs halkı, komşu Filistin halkıyla sarsılmaz dayanışmasını sürekli olarak dile getirmektedir. Hem Kıbrıslılar hem de Filistinliler süregelen işgalin, yerleşimci sömürgeciliğinin ve uluslararası hukuk ihlallerinin kurbanı olmuşlardır. Filistin direnişinin başladığı 7 Ekim 2023’ten bu yana, Kıbrıs adasının, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarda İsrail’e yardım…

Continue reading

Some Key Websites for Accessing Reliable Information on the Israel-Gaza War (2023)

By roki40

Associated Press: Having been awarded 58 Pulitzer Prizes, Associated Press remains one the leading news outlets in the English-speaking world, providing a steady and reliable flow of information. It occasionally also publishes a list of fake news surrounding a given ongoing topic, debunking each piece of misinformation by tracing its origin and clarifying the facts.

Reuters: A media company whose reliability in reporting rivals that of Associated Press. Maintains stubbornly a neutral language in its reporting, avoids consciously sensationalism and biased language and aims to contain in its reporting primarily facts. Reuters is behind a paywall, but its articles are reposted by third-parties online.

Al Jazeera: Reliable network which tends to follow up on the stories it covers. As Al Jazeera is often portrayed as the definite source for information within left-leaning circles, It should be noted that as Al Jazeera is being funded primarily by the government of Qatar, it maintains its own biases, with the most evident, explicit example, being the coverage of the 2022 World Cup hosted by Qatar, in which Al Jazeera whitewashed the crimes committed by the Qatari state and published consistently propaganda in its favour. On the Israeli-Palestinian conflict, Al Jazeera maintains consistently a bias in support of Palestinian claims. Nonetheless, it is important to also note that having bias does not mean the publication of false information, and if one remains aware of Al Jazeera’s position, the network has consistently remained a reliable source of information surrounding the conflict, often providing more in-depth coverage of incidents and events as they take place.

Haaretz: Left-leaning Israeli newspaper known for its critical approach to fundamentalism, authoritarianism and expansionist Israeli policies. Haaretz remains a reliable English-language source originating within Israel, especially if one wants to follow internal Israeli news and get an understanding of the different political positions and conflicts existing and evolving within Israeli society. Like Al Jazeera, Haaretz is not a neutral source of information, containing its own biases in favour of specific Israeli positions, expressing one political viewpoint, among many, within Israel.

Bellingcat: Investigative journalist website specialising in fact-checking and open-source intelligence, having done excellent work so far on the Ukraine-Russian war. It is worth checking what Bellingcat has to say on controversial and/or unclear developments surrounding war crimes, conflictual claims, and propaganda. Bellingcat has not published much on the Israeli-Palestinian as yet, but this could very well change in the near future.

In the occasion that a link is dead, or a website is blocked, use the WaybackMachine to gain access.

Misinformation is widely being spread from both sides of the conflict on social media platforms. Information on both social media and random/less known websites should not be considered reliable unless it is verified from a reliable source. Individuals on such platforms are often unaware that they are spreading misinformation themselves.




 


  • October 31st 2023 at 14:27

Ο Πασχάλης, η Παλαιστίνη, και Εμείς

By nicostrim

 

Του Νίκου Τριμικλινιώτη

[Κεφάλαιο στο συλλογικό τόμο προς τιμή του Παναγιώτη Πασχάλη, 2016]


Ο δημοσιοφράφος της Χαραυγής Παναγιώτης Πασχάλης κατά τη διάρκεια της δίκης του στο Ισραήλ 25/1/1978 https://www.youtube.com/watch?v=SDNB00TreSQ


Ο Κύπριος Δημοσιογράφος και η Παλαιστίνη[1]

 

Από τότε που ήμουν παιδί γνώριζα τον Παναγιώτη Πασχάλη. Ήταν ο δημοσιογράφος φίλος του πατέρα μου – ένας άνθρωπος ωραίος, πανύψηλος, γεμάτος όρεξη για ζωή, συζήτηση, πειράγματα και γέλιο. Όταν μεγάλωσα κι είχα άποψη, ενίοτε έντονη και κριτική, ίσως όχι πάντα επαρκώς δικαιολογημένη, θυμούμαι τον Πασχάλη να ακούει με προσοχή, να κάνει ερωτήσεις με τρόπο που σαφώς δείχνει ότι σέβεται το συνομιλητή του, έστω κι αν ο ίδιος μπορεί να μην είχε κατ’ ανάγκη πεισθεί από την επιχειρηματολογία ή την τεκμηρίωση. Ότι  και να συζητούσαμε, θυμούμαι να φεύγω από την ανταλλαγή μαζί του σοφότερος, άλλοτε πιο σίγουρος, άλλοτε πιο προβληματισμένος κι αβέβαιος. 

 

Κάτι που θα ήθελα, αν είχα τη δυνατότητα σήμερα, είναι να συζητήσω μαζί του για την εμπειρία του στη φυλακή του Ισραήλ τότε και τι σημαίνει για αυτόν η επιχειρούμενη στροφή γεωπολιτικού προσανατολισμού της Κυπριακής Δημοκρατίας με την συνομολόγηση οικονομικής και «αμυντικής» συμμαχίας με το κράτος του Ισραήλ. Ως γνωστόν το Ισραήλ απεικονίζεται απλώς ως σύμμαχος-χώρα, όταν εξακολουθεί να καταπιέζει και να κρατά όμηρο τον Παλαιστινιακό λαό.

 

Ο Πασχάλης είχε πάθος με την Παλαιστίνη.  Αποτελεί το έμπρακτο παράδειγμα του Κυπρίου που αγωνίστηκε για την ελευθερία και δικαιοσύνη του Παλαιστινιακού λαού. Η φυλάκιση του τον είχε σημαδέψει. Ουδέποτε αρνήθηκε να μιλήσει ανοικτά για το θέμα και να καταδικάζει τον καταπιεστικό ρόλο του Ισραήλ. Είχε ένα ξεχωριστό τρόπο να θέτει το ζήτημα καθαρά, αλλά και να κοιτά μπροστά, παίρνοντας τη συζήτηση στην προοπτική του μέλλοντος. Είχε επανειλημμένα αναφερθεί στην απουσία ανθρωπίνων δικαιωμάτων σε όσους θεωρούνται «εχθροί του Ισραήλ». Πρόκειται για ένα πανίσχυρο κράτος, που έχει χαρακτηριστεί ως «κράτος-τρομοκράτης». Είναι αστακός, στρατιωτικά μιλώντας, που στηρίζεται σε ένα βαθύ αντιδημοκρατικό φυλετικό-θρησκευτικό διαχωρισμό. Το Σιωνιστικό κράτος δίνει το προνόμιο στον ανά τον κόσμο Εβραϊκό πληθυσμό να αποκτήσει δικαίωμα εγκατάστασης και ιθαγένειας, ενώ στερεί τα βασικά δικαιώματα στους Παλαιστίνιους που τους καθυποτάσσει, και τους εξοβελίζει. Αν γελαστούν και φύγουν από τα εδάφη τους οι παλαιστίνιοι, χάνουν την ιθαγένεια τους. Το Ισραήλ, ιδιαίτερα σήμερα με τη ακροδεξιά του Νετανιάχου στην εξουσία, εδραιώνεται όλο και περισσότερο ο φυλετισμός, όλο και απαρχαϊντοποιείται.[2]  

 

Αυτό το αυταρχικό καθεστώς εξαίρεσης ο Πασχάλης ασφαλώς και δεν το πήγαινε. Δεν το πήγαινε με διεθνιστικούς όρους. Όπως αναφέρει στο κείμενο του ο Rubin, «Το μακρύ Χέρι της Μοσσάντ», το μόνο που έκανε ο Κύπριος δημοσιογράφος ήταν να πάρει συνεντεύξεις από Παλαιστίνιους και Ισραηλινούς.[3] Στο ίδιο άρθρο ο συγγραφέας αναφέρει διάφορους ξένους υπηκόους, τους οποίους απήγαγαν οι Μυστικές Υπηρεσίες  του Ισραήλ χωρίς κανένα σεβασμό για νόμους, δίκαιο και διεθνείς συμβάσεις. 

 

Στις 18 Ιανουαρίου 1978, την ημέρα των γενεθλίων του, ο 38χρονος τότε Παναγιώτης Πασχάλης συνελήφθη κατά την πέμπτη επίσκεψη του στη χώρα. Ήταν τότε ανταποκριτής του Ανατολικογερμανικού κρατικού καναλιού. Κατηγορήθηκε για κατασκοπεία προς όφελος των Παλαιστινίων σε βάρος του Ισραήλ και  καταδικάστηκε σε τρία χρόνια φυλάκιση. Μου είχε πει παλιά σε μια συνομιλία μαζί του: 

«Το μόνο που βρήκαν πάνω μου ήταν φωτογραφίες από Άραβες-Παλαιστινίους και Εβραίους. Αυτό αρκούσε για να με καταδικάσουν. Εξάλλου άλλαξαν και τον νόμο για να τους βολεύει». 

 

Ο Πασχάλης χλεύαζε την σκευωρία σε βάρος του, την κατηγορία του «τρομοκράτη» και απαντούσε: «Αν ο αγώνας για την ελευθερία και δικαιοσύνη είναι τρομοκρατία, τότε είμαι τρομοκράτης!» Αυτή ήταν η θέση του στις γελοιότητες, όταν, χρόνια μετά τη φυλάκιση του, τον ρωτούσαν για το θέμα.[4] Η φοβερή αυτή εμπειρία έμεινε πάντα μαζί του:

«Ο Διευθυντής των φυλακών μου είπε ότι υπάρχει σκευωρία για να με σκοτώσουν κι έτσι με έχωσε στην απομόνωση δήθεν για δική μου προστασία. Δεν με έδειραν στις φυλακές, αλλά έξι μήνες στην απομόνωση κάνει μεγάλη ζημιά στον άνθρωπο». [5]  

Πέρασε τα επόμενα δυο χρόνια της ποινής του στη φυλακή Ramble με συγκρατούμενους Παλαιστίνιους που στάθηκαν το στήριγμα του. Τον έκαναν να νιώθει ευπρόσδεκτος. Εκεί έμαθε καλά αραβικά. Παρηγοριά του ήταν η Αραβική λογοτεχνία και ποίηση που διάβαζε. Τότε ήταν που πραγματικά γνώρισε και εκτίμησε την Αραβική συμβολή στο παγκόσμιο πολιτισμό. Μέχρι το τέλος της ζωής μελετούσε την κατάσταση στη Μέση Ανατολή, παρακολουθούσε τα Αραβικά ΜΜΕ.

 

Ο Πασχάλης επισκέφτηκε ξανά τη χώρα αυτή το 1998 μετά από πρόσκληση του Ισραηλινού υπουργείου εξωτερικών. Καμία απολογία ή συγγνώμη δεν του δόθηκε:

«Έχασα δυόμιση από τα καλύτερα χρόνια της ζωής μου. Πολλοί με ρωτούν αν ζήτησαν συγνώμη οι Ισραηλινοί. Ποτέ. Συμπεριφέρονταν σαν μην είχε συμβεί τίποτε. »[6]

Τότε και Τώρα - Ένας νοερός διάλογος με τον Πασχάλη

Το γεωπολιτικό πλαίσιο της σχέσης Κύπρου και Μέσης Ανατολής σε σχέση με τον προσανατολισμό της Κυπριακής Δημοκρατίας άλλαξε άρδην από τότε που φυλακίστηκε ο Πασχάλης μέχρι σήμερα. Άλλαξαν πραγματικά με τρόπο που δύσκολα κανείς θα φανταζόταν. Ενδεικτικό της αλλαγής τούτης ήταν ότι ήδη από 1998, οι Ισραηλινοί είχαν καλέσει τον Πασχάλη να ξαναεπισκεφτεί την χώρα. Μέχρι το τέλος της ζωής του, ο Πασχάλης έζησε μέρος αυτού του αναπροσανατολισμού.

 

Αυτό το σκληρό καθεστώς  αντιμετώπισε με παρρησία ο Πασχάλης. Απλώς αρνιόταν να το αποδεχτεί: Μετά την επίσκεψη κατόπιν πρόσκλησης από το υπουργείο εξωτερικών του Ισραήλ, επιχείρησε να μεταβεί με άλλους δημοσιογράφους στη χώρα σ’ αλληλεγγύη με τους Παλαιστίνιους. Τους άλλους τους άφησαν να πάνε. Τον ίδιο όμως κράτησαν στο αεροδρόμιο και τον απέλασαν το επόμενη πρωί. Ζήτησε εξηγήσεις από τον Πρέσβη του Ισραήλ στη Κύπρο, κι αυτός του είπε ότι έπρεπε να τους πει ότι επρόκειτο να πάει. Ο Πασχάλης αρνείτο συμμετοχή σε τέτοιες πράξεις υποτέλειας.

    

 

Το διεθνές πλαίσιο όπως διαμορφώνεται ειδικότερα στην ευρύτερη περιοχή της Ανατολικής Μεσογείου, έχουμε σοβαρές μετατοπίσεις και αναταράξεις. Δεν μπορούμε φυσικά να αγνοούμε την ισλαμιστική-τουρκική διάσταση των διεθνών σχέσεων με Ισραήλ/Παλαιστίνη που μεταξύ άλλων επηρεάζει τη στάση των Παλαιστινίων (από ΧΑΜΑΣ μέχρι την Παλαιστινιακή Αρχή) και στο Κυπριακό, όπως π.χ. στον Οργανισμό Ισλαμικής Διάσκεψης. Αυτά περιπλέκουν την κατάσταση σήμερα σε σχέση με τις δεκαετίες του 1970 και 1980.

 

Παρά ταύτα η στροφή προς τον Ισραήλ ως γεωπολιτικό παιγνίδι δεν είχε να κάνει με τις αλλαγές αυτές, αλλά με την ανακάλυψη φυσικού αερίου. Η Παλαιστίνη δεν υπάρχει καν ως γεωπολιτικός παράγοντας, μόνο το κράτος του Ισραήλ. Κι ας λένε φραστικά ότι «οι Παλαιστίνιοι έχουν δικαίωμα για κράτος κι ότι έχουν λόγο στην εκμετάλλευση του πλούτου στη περιοχή». Παρατηρούμε λοιπόν μια σαφή στροφή από την οπτική της εξωτερικής  πολιτικής της Κυπριακής Δημοκρατίας να μετατοπιστούμε, μια απόπειρα που είχε τις ευλογίες των Δυτικών «φίλων» μας. Κατά τις δεκαετίες του 1970-1990 μέχρι το 2000, οι διάφορες Δυτικές μυστικές υπηρεσίες θεωρούσαν την Κύπρο ως περίπτωση που απαιτούσε, από τη δική τους οπτική «στενή παρακολούθηση» γιατί ενώ ήταν μεν χώρα υπό επιτήρηση τριών Νατοϊκών εγγυητριών δυνάμεων, με Βρετανικές βάσεις, κατοχή εδάφους από την Τουρκία κτλ., είχε μια ισχυρή παράδοση ενός αδέσμευτου προσανατολισμού που εμπέδωσε ο Μακάριος, διατηρούσε δεσμούς με τις Αραβικές χώρες και τις χώρες του Συμφώνου της Βαρσοβίας, και ασφαλώς υπήρχε ισχυρή παρουσία του ΑΚΕΛ κ.ά.[7] Από την οπτικών υπηρεσιών πληροφόρησης και ασφάλειας η Κύπρος ήταν ύποπτη – να μην ξεχνούμε κει τη δολοφονία του Αμερικανού πρέσβη το 1974. Το βασικό είναι ότι τόσο οι Δυτικές χώρες, όσο η Μοσσάντ θεωρούσαν ότι η Κύπρος αποτελεί ένα «τρομοκρατικό διακομιστικό σταθμό»[8], τον οποίο παρακολουθούσαν στενά. Η ψυχροπολεμική παράνοια τις δεκαετίες 1970 και 1980 καλύπτει πολλές διαστάσεις, αλλά εστιάζει στη δράση της Οργάνωσης για την Απελευθέρωση της Παλαιστίνης (ΟΑΠ ή PLO) στη Κύπρο:

«Η Κύπρος για χρόνια υπήρξε παράδεισος για θιασώτες, ακτιβιστές και ενεργές τρομοκρατικές ομάδες (operatives). Στρατηγικά τοποθετημένη στην ανατολική Μεσόγειο, κακώς διαιρεμένη ανάμεσα στον Ελληνικό και Τουρκικό πληθυσμό και κυβερνήσεις, ανοικτή στους ταξιδευτές, επιχειρηματίες και άλλους που παρουσιάζονται ως τέτοιοι, οικία για αμέτρητους διπλωμάτες με προνομιακά αποθέματα, μαγνήτης για Shipping,  παραθεριστές και αεροπορικά ταξίδια, η Κύπρος είναι, ίσως άθελά της, το πιο βολικό σημείο εκκίνησης του κόσμου της Μεσογείου για τους τόπους που τρομοκράτες θέλουν να πάνε. Η τρομοκρατία απλώς δεν έχει θεσμοποιήσει εαυτόν στο νησί.»[9]

 Έτσι περιγράφει την Κύπρο ο Δρ. Christopher C. Harmon, ένας τυπικός εμπειρογνώμονας στην υπηρεσία των Αμερικανικών σπουδών ασφάλειας και πληροφοριών. Στο ίδιο κείμενο του ασχολείται, με πομπώδες και αισθησιακό τρόπο με διάφορους «τρομοκράτες» [και μη] που πέρασαν από την Κύπρο κι έκαναν «κακό» στο Ισραήλ και στη Δύση. Εκεί αναφέρεται και στον Πασχάλη ως εξής:

«[ήταν] ένας περιοδεύων ανταποκριτής για την εφημερίδα Χαραυγή του κυπριακού κομμουνιστικού κόμματος και της ανατολικό γερμανικής τηλεόρασης, μια θέση η οποία φέρεται να του επέτρεπε να υπηρετεί ως μεσάζων ανάμεσα σε διάφορες τρομοκρατικές ομάδες και τους χρηματοδότες στην Ανατολική Γερμανία».[10]

 

Εξαιρετικά ενδιαφέρον είναι πως αλλάζει πλήρως η εικόνα από το τέλος της δεκαετίας του 1990 μέχρι σήμερα. Χαρακτηριστικό της στροφής τούτης είναι το γεγονός ότι ο ίδιος εμπειρογνώμων, ο Δρ. Harmon, από το 2000 με την πρώτη έκδοση του βιβλίου του μέχρι το 2007 που δημοσιεύτηκε η δεύτερη αναθεωρημένη έκδοση του βιβλίου του με τον ίδιο τίτλο, εξαφανίζει πλήρως και δια παντός οποιαδήποτε αναφορά του στην Κύπρο. Ίσως να προκαλεί έκπληξη η πλήρης διαγραφή ακόμα και ως ιστορικών στοιχείων περί Κύπρου – είναι μια αναθεώρηση της ιστορίας, χωρίς καμιά δικαιολόγηση.

 

Ακόμα κι αν άλλαξαν άρδην τα πράγματα κι η Κύπρος να μην είναι πλέον ότι ήταν για τις υπηρεσίες ασφάλειας και πληροφοριών, είτε γιατί το παιγνίδι άλλαξε τόσο που η Κύπρος δεν είχε την σημασία που είχε, είτε γιατί ο κρατικός προσανατολισμός και η ένταξης μας στην ΕΕ έχει πλέον καταστήσει την χώρα μας πλήρως και απρόσκοπτα ενσωματωμένη στο ευρύτερο Νατοϊκό/Ευρωπαϊκό σχεδιασμό, πώς είναι δυνατόν να απαλείφονται τα προηγούμενα ως ιστορικές αναφορές και να μην επιχειρείται μια εξήγηση για τη μεταστροφή;[11]

 

Υπάρχουν βέβαια διάφοροι λόγοι που γίνονται απαλείψεις στον τύπο, σε βιβλία ή εγχειρίδια να είναι πρακτικοί ή προσωπικοί π.χ. μπορεί ένας συγγραφέας να μην ασχολείται πλέον με το α’ ή β’ θέμα, αλλά το γεγονός παραμένει ότι για την Κύπρο έχουμε μια ριζική στροφή σε όλο το φάσμα των δημοσιεύσεων περί Κύπρου σε σχέση με τον προσανατολισμό της χώρας.[12] Σε προσωπική επικοινωνία με τον Δρ. Harmon απλώς αναφέρει ότι ο Πασχάλης «εξαφανίστηκε από τη σκηνή».[13]

 

Ασφαλώς υπάρχει και μεταστροφή στις πολιτικές των μεγάλων. Είναι αναντίλεκτο ότι η εξωτερική πολιτική των ΗΠΑ βρίσκεται σε μια εξαιρετικά δύσκολη κατάσταση, όπου υπάρχει έντονος προβληματισμός για τον μελλοντικό ρόλο. Μετά την κατάρρευση της ΕΣΣΔ και του στρατοπέδου του υπαρκτού σοσιαλισμού μέχρι σήμερα, η απουσία αντίπαλου δέους οδήγησε στην άκρατη χρήση στρατιωτικών επεμβάσεων που αν κριθούν βραχυπρόθεσμα θεωρήθηκαν «επιτυχείς», πλην όμως οδήγησαν μεσοπρόθεσμα σε μακρόσυρτες συγκρούσεις, αστάθεια και άνοδο κινημάτων και καθεστώτων βαθύτατα αντιδημοκρατικά ή/και εχθρικά προς τις ΗΠΑ και τους συμμάχους της. Η θεώρηση περί παρακμής ή συρρίκνωση της αμερικανικής ισχύος δεν είναι πλέον μια άποψη που υιοθετείται μόνο από ριζοσπάστες μελετητές: [14] Φαίνεται να υπάρχει αποδοχή ακόμα και από τα γεράκια της πολιτικής ότι δεν είναι εφικτή και βιώσιμη η παρούσα χρηματοδότηση των επεμβάσεων των ΗΠΑ. Τίθεται επιτακτικά η ανάγκη για «αυτοσυγκράτηση» (restraint) για να αντιμετωπίσει πολλαπλές προκλήσεις που αδυνατεί να ανταποκριθεί.[15] Η δε «συρρίκνωση στο ορθό επίπεδο παρέμβασης» (rightsizing) δεν γίνεται πουθενά πιο αισθητή ως μια ήδη εφαρμοσμένη πολιτική από Ομπάμα από το μεσανατολικό.[16]

 

Τι γίνεται όμως με την Κύπρο; Φαίνεται ότι η όλη εικόνα της Κύπρου αλλάζει εντελώς στα ίδια βιβλία και εγχειρίδια από τους ίδιους συγγραφείς: η χώρα απεικονίζεται εντελώς διαφορετικά, σάμπως και μετακινήθηκε από τον χάρτη προς τα δυτικά. Δεν είναι λοιπόν καθόλου τυχαία η εξαφάνιση της Κύπρου από τον χάρτη της τρομοκρατίας  στα διάφορα εγχειρίδια περί τρομοκρατίας, τα πλείστα χρηματοδοτημένα από Δυτικές υπηρεσίες πληροφοριών και ασφάλειας, όπως έγινε με το βιβλίο του Harmon από το 2000 ως το 2007, η Κύπρος εξαφανίζεται από διακομιστικός σταθμός τρομοκρατών.

 

Αυτή η μετατόπιση είναι κατά βάση ιδεολογική αλλά και οικονομικό-πολιτική (συμφέροντα μερικών): εν μέρει αντικατοπτρίζει την απόπειρα  ενσωμάτωσης της στην Δυτική με την προενταξιακή της πορεία μέχρι την ενσωμάτωση της στην ΕΕ και στην Ευρωζώνη. Επίσης δείχνει το μέγεθος της στροφής των σπουδών ασφάλειας. Ωστόσο, τούτο περιέχει κάτι το επίπλαστο και εξωπραγματικό διότι, όχι μόνο η Κύπρος παραμένει στον ίδιο χώρο, αλλά προσεγγίζουμε όλο και πιο πολύ τη Μέση Ανατολή παράγοντες όπως η ανακάλυψη φυσικού αερίου στην θάλασσα γύρω από την Κύπρο, οι γεωπολιτικές αναταράξεις στη περιοχή και οι πολεμικές συρράξεις με την βίαιη  ανακατανομή  πληθυσμών  και ανατροπή συνόρων, οι αγωγοί του νερού από την Τουρκία στη κατεχόμενη Κύπρο, η διασύνδεση της Κυπριακής Δημοκρατίας με χώρες όπως το Ισραήλ, το Λίβανο και την Αίγυπτο με συμφωνίες για την εκμετάλλευση του φυσικού αερίου μετακινούν την Κύπρο όχι μόνο προς ανατολάς, αλλά την φέρνουν όλο και πιο κοντά στη Μέση Ανατολή.  Τί γίνεται όμως με του Παλαιστίνιους και το παλαιστινιακό;

Μια Παρακαταθήκη

Η απόπειρα άρνησης της ιστορικό-γεωγραφικής θέσης και αναπροσανατολισμού μας ως χώρα μέσα από μια αφύσικη αναθεώρηση της επίσημης ιστορίας οφείλει να μας προβληματίσει. Καθώς συρρικνώνεται η αμερικανική ισχύς όπου σαφώς αμφισβητείται η σοφία των επιδρομών ακόμα και από τα μέσα στις ΗΠΑ, η στροφή μας προς τα κει είναι τουλάχιστον προβληματική.

 

Η προσωπική ιστορία του Πασχάλη, ως πράξη αλληλεγγύης, με τη σφραγίδα και φοβερή ανάμνηση της φυλάκισης του, αποτελεί μια ιστορική παρακαταθήκη. Είναι μαρτυρία μια ζωής  που μας επιτρέπει να πάρουμε το νήμα της ιστορικής συνέχειας που συνδέει στη πράξη τους αγώνες και τις αγωνίες του Παλαιστινιακού λαού με τον Κυπριακό λαό, κόντρα στο αναθεωρητισμό όπως αυτός επιχειρήθηκε να επινοηθεί αλλιώς, να μεταλλαχθεί σε ένα δήθεν αναπόφευκτο δυτικόστροφο αναπροσανατολισμό του τύπου: «Τι να κάνουμε, δεν έχουμε επιλογή, αφού νίκησαν οι Δυτικοί στο ψυχρό πόλεμο - ας πάμε μαζί τους γιατί έτσι θα πετύχουμε κι εμείς κάτι από τα δικά μας». Έτσι είπαν σε κάποια στιγμή οι ηγέτες των Παλαιστινίων (ΟΑΠ) και τελικά βρέθηκαν στο σημείο μηδέν που αναγκάζονται σήμερα να θεωρούν ότι το Όσλο δεν τους δεσμεύει πλέον: Το Ισραήλ δεν εφαρμόζει ότι συμφώνησε, ενώ ο λαός της Παλαιστίνης βρίσκεται στραγγαλισμένος και γκετοποιημένος στις περιοχές που είτε ελέγχει η Παλαιστινιακή αρχή (Δυτική Όχθη) ή Χαμάς (Γάζα) ή απλώς δεύτερης τάξης πολίτες στην υπόλοιπη επικράτεια του Ισραήλ. Έτσι κι αλλιώς τον εξωτερικό έλεγχο τον ασκεί εξ ολοκλήρου το Ισραήλ.

 

Δεν ισχυρίζομαι βέβαια ότι η Κύπρος είναι το ίδιο με την Παλαιστίνη, ούτε ασφαλώς πως οι επιλογές μας είναι οι ίδιες. Απλώς ότι η «νέα κυβερνητική προσέγγιση» μαζί με τις πλείστες πολιτικές δυνάμεις έχουν ταυτιστεί με τον Ισραήλ ως σύμμαχο. Ακόμα κι αυτοί που παλαιότερα το έπαιζαν Παλαιστινιόφιλοι-επαναστάτες προβάλλοντας την «Παλαιστινιοποίηση»  του κυπριακού με «κάθε σπίτι και κάστρο», σήμερα έχουν περάσει στο αντίθετο στρατόπεδο.[17] Υπάρχει μια πολύ σαφής πορεία στην πολιτική που δένει τη στρατηγική με τους στόχους με την τακτική κι αυτή βασίζεται στη καλή επίγνωση των σκοπών, στόχων και των φίλων σε μια ιστορική προοπτική. Ασφαλώς, η γεωγραφική θέση της νήσου την καθιστά πολύτιμη για τα διάφορα γεωστρατηγικά συμφέροντα και γεωπολιτικά παιγνίδια στη περιοχή μας, αφού περάσει διάφορες φάσεις στα μυαλά των μεγάλων. Οι Βρετανοί αποικιοκράτες την είχαν αρχικά θεωρήσει ως ένα «πιόνι» μια άγονη νήσος στην αυτοκρατορία τους, ενώ στη συνέχεια μετατράπηκε στο γνωστό ορμητήριο ή το place d’ armes, στο αβύθιστο αεροπλανοφόρο και στην λόγχη στο υπογάστριο της Τουρκίας ή ως μια βάση στην αυτοκρατορία των βάσεων δίπλα στις πετρελαιοπαραγωγές χώρες. Τώρα βρέθηκε στο κέντρο του κυκλώνα μιας πολύπλοκης ενεργειακής διαπάλης.[18]Είχαμε τεράστιες αλλαγές με την κατάρρευση του «υπαρκτού σοσιαλισμού» και τον αναπροσανατολισμό της ΚΔ από αδέσμευτη χώρα σε κράτος μέλος της ΕΕ. Σε αυτό το πλαίσιο επιχειρήθηκε η αναθεώρηση της όλης ιστορικής μας πορείας σε σημείο που οι παρούσα κυβέρνηση θεωρεί το Ισραήλ σύμμαχο στο παιγνίδι της εξόρυξης αλλά και του υπόγειου πολέμου για στρατηγικό πλεονέκτημα με τους αντιπάλους στη περιοχή.  

 

Ακόμα δεν έχει δυστυχώς αναγνωριστεί η συμβολή του Παναγιώτη Πασχάλη στη σφυρηλάτηση της αλληλεγγύης των Κυπρίων προς τους Παλαιστινίους. Πάνω απ’ όλα φαίνεται ότι υπάρχει μια συνειδητή άρνηση   και στρέβλωση ως προς την κατανόηση της πραγματικής γεωπολιτικής θέσης στη Κύπρου στο παγκόσμιο σύστημα σήμερα. Οι παλαιοί θιασώτες των «εμπλεκομένων συμφερόντων» που πλάσαραν Κυπρο-παλαιστινιακή αλληλεγγύη με υπερβάλλον ζήλο κάποτε, έχουν μετατραπεί υπηρέτες των «κοινών συμφερόντων» δήθεν Κύπρου-Ισραήλ για εξόρυξη αερίων με τις συνακόλουθες στρατιωτικές συμμαχίες.

 

Η επίγνωση της θέσης μας ως χώρα, αν δεν θέλουμε  να είμαστε ορμητήριο και όργανο κανενός, δεν είναι άλλη παρά στο σαφή  προσανατολισμό της χώρας μας ως ειρηνική κι αποστρατιωτικοποιημένη γέφυρα συνεργασίας αν γίνεται, κι αν όχι ως ουδέτερη ζώνη. Και αυτό πηγάζει από το γεγονός ότι ήμασταν και θα είμαστε πάντα αναπόσπαστο κομμάτι της εγγύς ανατολής, ή καλύτερα η εγγύς ανατολή par excellence. Οι λυκοφιλίες με τα κράτη-παρίες που εξυπηρετούν τα Βορειοατλαντικά συμφέροντα και που υπόσχονται φούρνους παξιμάδια εκτός από άκρως επικίνδυνες, την ώρα της κρίσης που καθαυτές κυοφορούν θα αποδειχτούν και φούμαρα. 

 

Αυτό μας υπαγορεύει η στάση ζωής του Πασχάλη. Ακόμα και στη κλινική στα τελευταία στάδια της ζωής του ο Πασχάλης δούλευε και μάθαινε. Ήρθε λοιπόν ο καθηγητής του να του παραδώσει το δίπλωμα βιβλιοθηκάριου το οποίο και τέλειωσε όταν ήταν άρρωστος.  Αυτή η ακαταμάχητη δίψα για γνώση, η πηγή της ζωής συνόδευσε τον Πασχάλη μέχρι τέλους: Όπως στο  βιβλίο Το Όνομα του Ρόδου, ο λαβύρινθος-βιβλιοθήκη κρύβει τρομακτικά μυστικά αλλά και αμέτρητες απολαύσεις και προοπτικές. Αυτή η δίψα, η ελπίδα και η γνώση ότι το γέλιο αμφισβητεί τους κρατούντες τρομοκρατεί αυτούς που δεν θέλουν οι άλλοι να ζήσουν.

 

Έτσι θα θυμάμαι τον Παναγιώτη Πασχάλη, ένα γίγαντα-δημοσιογράφο που διψούσε για ζωή και γέλιο.

 



[1] Ευχαριστώ την Μαρούλλα Πασχάλη, σύζυγο του Παναγιώτη, που μου έδωσε την ευκαιρία να γράψω αυτό το κείμενο και μοιράστηκε μαζί μου στιγμές από την ιστορία και τη ζωή του Παναγιώτη Πασχάλη.

[2] Βλ. Avishai Ehrlich (2015) “Israel's hegemonic right”, The Politics of the Right: Socialist Register 2016, Edited by Leo Panitch and Greg Albo.

[3] «Mossad's Long Arm».

[4] Παρόμοια είχε  αναφέρει στη συνέντευξη του στο Ριζοσπάστη, βλ. Λ. Παπαγεωργίου  «Παναγιώτης Πασχάλης: Γνήσιος αγωνιστής της ελευθερίας και της δικαιοσύνης”, Νοέμβρης 2008, http://www.proodeftiki-athinas.gr/aristera/14-istoria/131-panagiotis-pasxalis-gnisios-agonistis-tis-eleftherias-kai-tis-dikeosinis.html

[5] Martin Hellicar, “How Israel treated a Cypriot 'spy'”, Cyprus Mail, 11.11.1998.

[6] Αυτά μου είπε σε μια από τις συζητήσεις που είχαμε.

[7] Οι αναλύσεις περί Κύπρου της εποχής έχουν αυτό το χαρακτηριστικό: Ο ψυχροπολεμικός φακός βάζει την Κύπρο στο στόχαστρο. Βλ. Adams, T. W. and Cottrell A. J. (1968). Cyprus between East and West, Baltimore, MD: John Hopkins University Press, 1968 και Adams, T. W. (1971) AKEL: The Communist Part of Cyprus, Stanford: Hoover Institution Press και Trimikliniotis, N. (2012) “The Cyprus Problem and the Imperial Games in the Hydrocarbon Era: From a “Place of Arms” to an Energy Player?”, 23 Nicos Trimikliniotis and Bozkurt, U. (eds.) Beyond a Divided Cyprus: A State and Society in Transformation, Palgrave, London.

[8] Στην πρώτη έκδοση του βιβλίου του Terrorism Today (2000), ο Αμερικανός εμπειρογνώμονας,  Christopher C. Harmon, ονομάζει την Κύπρο “terrorist transit point”, επικαλούμενος το Foreign Report (21.5.1980) του περιοδικού Economist, το οποίο θεωρεί εγκυρότατη πηγή. Το βιογραφικό του συγγραφέα του βιβλίου είναι ενδεικτικό διότι αυτά που γράφει αντανακλούν τις εκτιμήσεις των υπηρεσιών πληροφορίας και ασφάλειας για την Κύπρο. Σήμερα ο Δρ. Harmon είναι συγγραφέας, συντάκτης και διευθύνει το μάθημα αντιτρομοκρατίας (the counter-terrorism course) στο Daniel K Inouye Asia Pacific Center for Security Studies, το οποίο αποτελεί επίσημο ινστιτούτο του υπουργείου άμυνας των ΗΠΑ στη Χονολουλού (U.S. Department of Defense) που άνοιξε το 1995. Το Ινστιτούτο αυτό ασχολείται με περιφερειακά και διεθνή ζητήματα ασφάλειας με σκοπό να εκπαιδεύει αντιπροσώπους από στρατιωτικούς και πολίτες από τις ΗΠΑ και την Ασία-Ειρηνικό. Η προηγούμενη του πείρα και εμπλοκή έχει ενδιαφέρον: Διεύθυνε πανεπιστημιακούς στο πρόγραμμα αντιτρομοκρατίας στο George C. Marshall European Center for Security Studies και παλαιότερα ήταν συνεργάτης του Κογκρέσου    για θέματα Εξωτερικής πολιτικής και δίδασκε στο Strategy & Policy faculty of the Naval War College και διεθνείς σχέσεις Marines’ Command & Staff College in Virginia. Το 2005-2007 είχε την έδρα μελετών για εξεγέρσεις & τρομοκρατίας (insurgency & terrorism studies) στο Marine Corps University, βλ. http://apcss.org/college/faculty/harmon/

[9] Terrorism Today, 2000, σελ. 118.

[10] Terrorism Today, 2000, σελ. 118.

[11] Ακριβώς γιατί μου προκάλεσε έκπληξη αυτή η πλήρης διαγραφή των περί Κύπρου επικοινώνησα με τον συγγραφέα παρακαλώντας τον να μου στείλει την αρχική σελίδα 188 με τις σχετικές αναφορές. Προς τιμή του μου έστειλε ότι ζήτησα.

[12] Βλ. π.χ. CNN, BBC, New York Times, The Times, Monde Diplomatique κτλ. Κατ’ εξαίρεση, και κυρίως όταν θέλουν ασκήσουν κάποια πίεση, τα ΜΜΕ αυτά αναφέρονται την αμφίσημη θέση της χώρας, και  υπενθυμίζουν το παρελθόν των δεκαετιών του 1970, 1980 και 1990.

[13] Προσωπική επικοινωνία με τον Δρ. Harmon

[14] Ιμάνουελ Βαλερστάιν (2005) H παρακμή της αμερικανικής ισχύος, Οι ΗΠΑ σε ένα χαοτικό κόσμο, Εξάντας.

[15] Jessica T. Mathews «What Foreign Policy for the US?», The New York Review of Books, Vol. LXII, No. 14, Sept. 24-Oct. 7, 2015, pp. 43-45.

[16] Marc Lynch (2015) «Obama and the Middle East Rightsizing the US Role», Foreign Affairs, vol. 94, no. 5, Sept.-Oct. 2015, pp. 18-27.

[17] Ο Ανδρέας Παπανδρέου, όταν το ΠΑΣΟΚ ήταν αντιπολίτευση, σε επίπεδο ρητορικής τουλάχιστον υπήρξε «Παλαιστινιόφιλος». Από το 1981 μέχρι το τέλος της πρώτης διακυβέρνησης ΠΑΣΟΚ, οι σχέσεις Ελλάδας-Ισραήλ ήταν εξαιρετικά τεταμένες (φυγάδευση Αραφάτ από Βηρυτό το 82, στενές σχέσεις Ελλάδας-Λιβύης, κατηγορίες Ισραήλ  για "υπόθαλψη τρομοκρατίας" κλπ.). Το σκηνικό αλλάζει ουσιαστικά με την έναρξη της διαδικασίας του Όσλο που λειτουργεί ως νομιμοποίηση για εξομάλυνση των σχέσεων, καθώς και για τη de jure αναγνώριση του κράτος του Ισραήλ από Ελλάδα. Όταν ανήλθε στην εξουσία τη δεκαετία του 1990 ακολούθησε μια πορεία προσέγγισης και συνεργασίας με τον Ισραήλ στα πλαίσια της ρεαλπολιτίκ. Η Ελληνική εξωτερική πολιτική επί διακυβέρνησης Παπανδρέου για το Παλαιστινιακό και γενικότερα οι σχέσεις μεταξύ Ελλάδας-Ισραήλ, ήταν ουσιαστικά μια απόπειρα να «απαντήσει» με κάποιες πρωτοβουλίες στις Τουρκικές πολιτικές στη Μέση Ανατολή στο πλαίσιο της Βορειοατλαντικής συμμαχίας. Στη τριετία του Ραμπίν 1992-95, ο  Παπανδρέου θέλησε να παίξει ρόλο στη ειρηνευτική διαδικασία κι έτσι επιχείρησε να μεσολαβήσει ανάμεσα σε Ισραήλ με τη Συρία για μια συμφωνία. Γενικά κατά το 1996-1998 να διατηρήσει μια ισότιμες ή ισορροπημένες σχέσεις  με το Ισραήλ, την Αίγυπρο και τη Συρία κτλ. Σ. Ζαμπούρας, «Ελλάδα-Ισραήλ: Η εύθεραυστη προσέγγιση», στο Στέλιος Αλειφαντής & Βαγγέλης Χωραφάς (επιμέλεια) Σύγχρονο Διεθνές Σύστημα και Ελλάδα, Αθήνα: Εκδόσεις Φλώρος 2000Στη Κύπρο, ο Βάσος Λυσσαρίδης και η ΕΔΕΚ εγκαταλείπουν τη «Παλαιστινιοφιλία» και στρέφονται όλο και περισσότερο στα γεωπολιτικά παιγνίδια κατά της Τουρκίας μέσα από συνεργασία με τον Ισραήλ για την εξόρυξη φυσικού αερίου και στρατιωτική συνεργασία.

[18] Βλ. Trimikliniots, N. (2012) “The Cyprus Problem and the Imperial Games in the Hydrocarbon Era: From a “Place of Arms” to an Energy Player?”, Nicos Trimikliniotis and Bozkurt, U. (eds.) Beyond a Divided Cyprus: A State and Society in Transformation, Palgrave, London.

  • October 24th 2023 at 22:42
❌